|
Kerbela’da kendimizi esir almak
Kerbela'yı ilk görmem İran -Irak savaş yıllarına rastlar. Habur kapısından Irak'a girmemizle birlikte savaş halinde bir ülkeden çok savaşan bir liderle karşılaşacaktım. Musul- Bağdat hattında yer yer savaşın izleri vardı elbette. Zaman zaman tankları, ağır silahları taşıyan uzun araçlardan oluşan konvoylara rastlıyorduk yol boyu. Bir de şehirlerin içinden geçerken kritik yerlerde konumlanmış uçaksavarla, toplar... Ve elbette her yerde karşımıza çıkan Toyoto marka pikaplar. Toyoto marka araçların şimdilerde de İŞİD in elinde bol miktarda olması dikkat çekmeye başladı.

Musul-Bağdat arası adeta tek bir çizgi halinde bir yol. Çölde bitmeyecek gibi akıp giden asfalt. Petrolün bu ülkeye yansıyan tek zenginliği, o zamanın Türkiye'sine nazaran daha iyi durumda görünen yolları... Otoban olmasa da bu çift yol çölde adeta belirsizliğe akıyor.


Çöl ve asfalt yol. Ne büyük tezat.. Çölün sonsuz derinliğine çekilmiş siyah kalın çizgi gibi duruyor. Adeta sonsuzluğun yekün hattı bu asfalt yollar..

Sanki koca bir ülke başka bir diyara göçetmiş gibi sesiz, kimsesiz görünüyor. Zaman zaman çıkan askeri kontrol noktalarında kimlik kontrollerinin dışında sanki hayat emaresi kalmamış görüntüsü veriyor.,

Bu sessizliği her kilometre de bir karşımıza çıkan dev resimler bozuyor. Büyük ebatlarda yapılmış tabelelarda Saddam resimleri... Asker üniforması içinde dürbünle ufka bakan, dua eden, sol elini, içi dışa gelecek şekilde göğsünün hizasında tutan şekliyle halkı selamlayan Saddam.. Her durum ve algıya uygun Saddamları artık ezberlemiştim.

Bağdat her şeye rağmen Bağdat'tı. Ebu Hanifecamii ile ne kadar ehl-i sünnet idiyse Kazımıye türbesi ile de o kadar Şii idi Bağdat... Ama her yerde tedirgin edici bir sukunet, tenhalık hakimdi.

Daha güneye ilerleyİnce bir çığlık gibi Kerbela karşılayacaktı.Kerbela çölün derin sessizliği ile tarihin çığlıklarının buluştuğu yerdi.

Tarih ve mekan duygusunun, kutsal ve acının buluştuğu, bitimsiz acıların her dem vicdanları kanattığı yerdi.

Hz. Hüseyin'in türbesi oldukça bakımlı görünüyordu; geniş avlusu sabah ışıklarında tertemiz ve pırıl pırıl görünüyordu. Bu kadar tenhalık sanki tedirgin edici bir terkedilmiş hissi uyandırıyordu. Yanımıza yaklaşan bir subay (aslında subay yahut polisi üniformalarından ayırt etmek imkansızdı benim için) türbenin Saddam tarafından onarıldığını abartılı biçimde anlattı. Saddam'ın bu tür mirasa nasıl sahip çıktığını, bakımsızlıktan kurtardığını anlatırken sanki meydan yerinde görünmeyen Şiilerin boşluğunu hissettirmemeye çalışır gibiydi. Türk olduğumuzu bildiği için işi Kerbela propagandasından Mustafa Kemal'e getirecekti. “Mustafa Kemal Türkiye için neyse Iraklılar için aynı anlam ifade eder”. Kendince işi bağlamış, muhtemel itirazları kesmişti. Zaten savaş ortamı ve Saddam yönetiminin ne anlama geldiğinin farkında olan bizlerin tartışmaya niyetimiz yoktu, sadece dinleyip geçecektik.

Türbelerin Şii kültüründeki yerini az çok bilenler için Hz. Hüseyin Türbesi›nin bu kadar sessiz, bu kadar steril olması doğrusu rahatsız bile etmişti. Adeta görünür plandan Şiiler çekilmiş gibiydi. İstanbul'da bir yatır yahut bir makamda görebileceğimiz ziyaret ritüelinin bile abartılı kaçtığı bu görüntü; siyasal zeminin ne kadar tedirgin edici olduğunu adeta iri iri haykırıyordu. Şiilerin türbe ziyaretinde sergiledikleri tazim ve uygulamaların bile olmamasının ne anlama geldiğini doğrusu yeterince kavradığım söylenemez. Ama hava bıçak gibi keskin ve gergindi. Hz Hüseyin'in kabri de bu keskin havadan payını almıştı.

Kerbela ziyaretinden çok sonraları farklı mekanlarda Şiilerin türbe ziyaretlerinin çok sesli,çok abartılı oluşuna tanık olunca Saddam dönemi Kerbelasının neden böylesi steril, tenha ve “bid'atsız” olduğunu anlayacaktım.,

Kerbela'yı ilk ziyaretimden yıllar sonra 2011'de Bağdat'ta Kazımıye›ye yaptığım ziyaret Kerbela'da neyin eksik yahut Kazımıye'de neyin aşırı fazlalık olduğu hakkında kıyas yapma imkanım oldu. Her şey yerli yerine oturmuştu.

Bağdat'ta, bir gece vakti güvenliği sağlamak üzere zırhlı araçlarla eşlik eden askerlerle Yeşil Bölge'den çıkıp Kazımıye'ye geldiğimde o çok sesli aşura anılarının, Hindistan'dan, İran'dan gelen ziyaretçilerin türbenin girişinden itibaren eşik öperek gösterdikleri tazim... Ve uçsuz bucaksız gözyaşlarıyla yenilenen Kerbela acısı... Ve bir de Saddam devri Kerbelasının ürpertici soğuk havası...

şimdilerde Şiiler milyonlarla Kerbela'ya koşuyor.Adeta yılların baskısı kalkmış, metafizik gerginliğinden boşanan bir yay gibi meydanları doldurdular.

Ne yazık ki, işgal sonrası Kerbela'nın ve İmam Azam'ın türbesine adeta bir intikam öfkesi üflendi. Kerbela'nın acısını yabancı eller bir dokumuşta sessiz gözyaşlarını kan akıtıcı intikam duygusuna dönüştürmeyi başardılar.

Şiilik adına Sunnilere karşı öç duygusu harekete geçti. Sunniler adına intikam saldırıları kan dökmeye başladı.

Saddam'ı bu topraklara bela edenler ondan miras intikam duygularını iç savaşa dönüştürmeyi iyi bildiler.

Tıpkı Türklerin kendi kendilerini kültürel sömürge yapmaları gibi Irak'ta da kendi kendimizin işgali altındayız. Kerbela bir kez daha sonsuz gözyaşları dökse yeridir.
#Kerbela
#Hz. Hüseyin Türbesi
#Musul-Bağdat
9 yıl önce
Kerbela’da kendimizi esir almak
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle