|
Şehirlerin ahlakı

Klasik İslam kültüründe ahlak kitapları önemli bir yer tutar. Özellikle Osmanlı döneminde siyasetname geleneği hem siyaset teorisi hem de bir tür ahlak temellerini ortaya koyan eserlerdir. Osmanlı döneminde yöneticilere siyaset ilkeleri işaret eden, ahlaki ölçüler koyan, yer yer yol gösterici uyarı ve tavsiyelerin yer aldığı bu zengin literatürden yeterince faydalandığımızı kimse söyleyemez. En azından dil, muhteva açısından dönemin toplumsal ve siyasal yapı, değer yargıları ve sorunlarına dair önemli kaynaklar olarak Osmanlı-İslam siyaset teorisinin temelleri ortaya konabilir, savaşlar ve iktidar değişiminden öte derinlik arz etmeyen Osmanlı toplumsal tarihi ve kültürel dokusu hakkında derinlikli bir kaynak olabilir.



Ahlak kitapları, şehir ilişkisine fazlasıyla vurgu yapıldığı medeniyet kavramının adeta içi boşaltılmış bir slogana dönüştüğü günümüzde Osmanlı şehrinin ruhunu da verir. Batıdaki kentlerin doğuşu, gelişimi, sınıfsal çatışma ve toplumsal talepler bağlamında tüm ayrıntısını biliyoruz. Tamamen farklı bir değerler sistemi ve güç ilişkileri üzerinden gelişen Batı'daki şehirlerin doğuşu, gelişimini evrensel model olarak alıp İslam toplumlarına uyarlayan şablon hala bilimsellik adına sürdürülür.



Kınalızâde Ali Çelebi'nin kaleme aldığı Ahlâk-ı Alâ'î'de bir Osmanlı münevverinin şehirleşemeden ne anladığı, nasıl tasnif ettiği, toplumu hangi kriterlere göre değerlendirdiğini okuruz. Kınalızâde, klasik İslam düşüncesinde olduğu gibi şehirleri ikiye ayırır: Medine-i fazıla ve Medine-i gayrı fazıla.



Daha işin başında şehre yaklaşımının fazilet, erdem gibi değerler üzerinden olması önemli bir vurgu. Fazilet şehrini, iyilik ve hayır üzere yaşamanın şehrin kurulma nedeni olan mekânlar olarak tanımlar. Diğeri ise şer ve fesat üzere kurulu şehirdir. Burada dikkat çeken husus şehrin yönetimi kadar şehirde yaşayanların paylaştığı ortak değerler yani halkın ahlaki durumunu ele almış olmasıdır. Şehirlere dair sorunların sadece yönetim ve belediye hizmetlerine indirgendiği bir ortamda bu değerlendirme önemlidir ve farklı bir yaklaşım olarak kıyaslanmalıdır.



Medine-i gayrı fazılayı tasnif ederken de halkın bir düşünce üretme, söz söyleme gücünden mahrum olanlar, bu özelliklere sahip olmakla beraber batıl, gayrı ahlaki değerlere sahip olanlar gibi tasniflere gidilir.



Batı merkezli medeniyet ve şehir tasavvurunun sınıfsal, ekonomik çatışmaya dayalı şehir okuması ile aynı dönem bir Osmanlı aydınının şehir okumasının karşılaştırmalı okumalar yapıldığında çok farklı sonuçlar vereceği muhakkak.



Kınalızâde ile devam edersek ahlak ve fazilet üzerine kurulmuş şehirlerde iki farklı yapısal özellik arar: İdeal ve düşünce birliği olanlar ile hareket ve tavır birliği içinde olan şehirler.

Değerler sistemi ile Medine ilişkisini tanımlarken, medeniyet kuran şehrin ruhunu çiziyor

Kınalızâde. Sadece ortak değerleri değil yasama ve yürütme anlamında da bir sistem kurabilen şehirlerdir diyor medine-i fazıla için özetle.



Daha ayrıntılara girdikçe şehrin sınıfsal dokusunu da betimliyor. Kendinden emin bir bilgenin şehir tasavvuruna dair önemli bir sınıflandırma yapıyor. İslam toplumlarının sınıfsız toplum olmaları ekonomik güç ilişkileri bağlamında dikey ayrışmaya izin vermemesi anlamındadır. Başka bir toplum tasavvuru,

bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığı farklı bir sosyokültürel kategori

ortaya çıkar. Ahlak kitapları bunu erdemlilik üzerinden de tasnif ederler. Daha geniş anlamda, yatay düzlemde kültürel sınırlardan söz edilebilir. Klasik İslam toplumu bu anlamda farklı inanç gruplarına yaşama hakkı veren yatay sınıflandırma sistemi olarak tanımlanabilir.



Ahlâk-ı Alâ'î'de Kınalızâde medine-i fazıladaki toplumsal piramidi şu şekilde tasnif ediyor: Piramidin en tepesinde toplumun önde gelen faziletli kimseleri... Yani âlimleri toplum hiyerarşisinin en tepesine yerleştirerek şehir hayatının düzenli, adaletle yürümesini onların yol göstericiliğine bağlar. Bugünkü herhangi bir toplumsal etkinlikte bile popüler bir ismin, bürokratın ya da varlıklı bir iş adamının değeri ile ilim-fikir sahiplerinin yerini kıyaslamakta fayda var.



İkinci sıraya, mürşitleri, hatipleri koyuyor. Şiir ve sanatla, güzel sözle toplumu hayra yönlendirenler.



Üçüncü sınıf ise, şehir hayatını düzenleyen, adaleti, hizmeti sağlayan yöneticiler...



Dördüncü sıraya gazileri ve mücahitleri koyması toplumsal hiyerarşi açısından dikkat çekici. Asker millet olarak tanımlanan Osmanlı toplumunda hiyerarşinin dördüncü sırasında yer alabilmeleri çok şey anlatıyor.



Ve piramidin beşinci sırasında ise mal sahipleri, iş adamları ve esnaf yer alıyor.



Toplumun ihtiyaçlarının karşılanması, şehir hayatının sürdürülmesi için gerekliliğine vurgu yapılan bu sınıf için koyduğu kısıtlamalar dönemin sosyo-ekonomik yapısı hakkında başka pencereler açıyor. Mesela, bir esnaf farklı iş kollarında meşgul olamamalıdır zira kendi sanatının dışında bir alana kayarsa kaliteli iş yapamaz. Bu ilke bugünün ihtisas dünyası ile kıyaslanabilir.



Bir ahlak kitabında şehrin ahlakına dair yazılanların yöneticilerin adil ve ahlaklı olmaları kadar yönetilenlerin, şehir ahalisinin da ahlakını öne çıkarması şehrin nasıl okunması gerektiğine dair bir uyarı olmalı. Yönetenler kadar yönetilenlerin de hesaba çekildiği bir değerler sistemi söz konusu.


#Osmanlı
#Klasik İslam kültürü
#Medine
7 yıl önce
Şehirlerin ahlakı
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî