|
Tunus’ta ordunun etkinliği artıyor
'Arap Baharı'nın tek başarı öyküsü sayılan
Tunus, demokratikleştikçe ülke ordusunun gücü artıyor.
Tam bir paradoks gibi görünen bu tespit aslında Tunus'taki değişimin gerçekleşmesindeki temel dinamiklerinden birini gösterir.


Tunus'ta ordunun hem askeri kapasitesinin hem yönetimdeki ağılığının artarak görünür hale gelmesi son günlerde yaşanan çatışmalarda daha belirginleşti. Tunus-Libya sınır bölgesinde IŞİD uzantılı fraksiyonlarla girilen çatışmalar Tunus ordusu için turnusol kâğıdı gibi oldu...



Tunus'taki değişimi sadece seküler elitlerle İslamcıların güç mücadelesi, seçimler ve sonraki koalisyonlar üzerinden okumaya yoğunlaşıldı. Oysa Tunus'ta sistem içi dengeler bakımından hayli ilginç bir o kadar da gözden kaçırılmaması gereken bir deneyim yaşanıyor.



Halk ayaklanması başladığında polisin son derece önde görünmesi bölge dengelerine yabancı olanları hayli şaşırtmıştı. Evet, Tunus bir diktatörlüktü ve Bin Ali de asker kökenliydi ama burası bir polis devletiydi. Saddamcı ve Esadçı Baas rejimlerin askeri karakterinin aksine burada polisin sistem içindeki ağırlığı tartışmasızdı. Gerek Burgiba gerekse asker kökenli Bin Ali, güçlü bir ordunun kendi otoritesini her zaman tehdit edeceğini düşünerek, daha kolay denetleyebilecekleri polisi öne çıkarmış, asker adeta geri plana itilmişti. Bu durum milli ordunun ülke savunması gibi bir ihtiyaca cevap vermeyeceği endişesini doğurmuyordu; çünkü kolonyal ilişkileri sıcak tuttuğu sürece soğuk savaş dengelerinde endişeye mahal yoktu. Önemli olan kendilerine biçilen rolü oynayıp statükonun korunmasıydı.



Bin Ali için iki büyük tehdit vardı; biri İslamcılar, diğeri ise darbe yapma potansiyeli olan ordu. 1991 seçimlerinde beklenenden fazla oy alan İslamcıları devre dışı bırakırken 200 kadar subayı da ordudan ihraç edecekti.



Tunus ayaklanması başladığında savunma bakanlığının bütçesinin içişlerinin yarısı kadar olduğunu söylemek, durumu net biçimde ortaya koyuyor.



Tunus'ta diktatörlüğün yıkılması, yerine neyin geldiği, sistemin nasıl şekilleneceği, İslami hareketler ve seküler güçler arası ilişkiler ve yönetim erkinin nasıl şekilleneceği, halkın temel sorunlarının çözülmesine bu ilişkilerin nasıl yansıyacağı gibi sorular cevap aramaya devam edilecek. Ancak sistem içi dönüşümler yaşanırken görünürde sadece partiler ve siyasal kamplaşmalar üzerinde değerlendirme eksik olacak. Devletin yeniden şekillendiği ortamda silahlı bir güç olarak ordunun sistem içi dengelerdeki ağırlık etkisi ve siyasette ne kadar belirleyici olacağı hususu da genelde tartışma dışı tutuluyor.



Oysa sistem yeniden örülüyor ve bu süreçte hassas dengeler kuruluyor. Bin Ali döneminde asker kökenli sadece üç vali varken bugün 11 vali askerlerden seçilmiş durumda. Ordunun bütçesi her yıl yüzde 21 oranında artarak en fazla büyüyen bütçe oldu. Özellikle Amerika ile yapılan anlaşma ve bağlantılar sayesinde yeni silahlar gelirken yükselen asker ağırlığının uluslararası boyutu da şekillenmiş oluyor. Kim en fazla silah veriyorsa siyasi ve ekonomik ağırlığının o derece artması kaçınılmaz. Askerin güçlenmesi bürokrasiye de yansıyacak ve kritik karar mekanizmalarında askeri üye sayısı belirgin biçimde artacaktı.



Ordunun ağırlığı artarken polisin bağlı olduğu İçişleri Bakanlığı'nın eski gücünü kaybederek bir tür denge kurulmaya çalışıldığı söylenebilir. Mısır deneyimi, asker ağırlığının dengelenmeden, üstelik ülke ekonomisinin önemli kısmını elinde tutan askeri bürokrasi hesaba katılmadan yapılan acemice işlerin nasıl sonuçlanabileceğinin acı tecrübesi olarak duruyor. Libya'da yaşananlar, Kaddafi dönemi zayıflatılmış merkezi ordunun yerine milislerin devreye girmesiyle her şeyin alt üst oluşunun hikayesi olarak da okunabilir.



Askeri diktatörlükler, tek parti rejimleri, hanedanlıklar arasında kıskaca alınan Arap coğrafyasını tanımadan bir anda devrim romantizmine kapılmanın nasıl yanıltıcı olabileceğinin deneyimi yaşandı. Benzer durumlara düşmemek için her toplumsal ve siyasal dönüşüm hareketinde olduğu gibi iç dinamiklere, güç paylaşımına ve bunların ideolojik arka planlarına, zihniyet dönüşümlerini dikkatlice takip etmek gerekiyor.



Tunus'taki değişimi bir yanda ideolojik siyasi mücadelenin sonuçları belirlerken arka planda müesses nizamın koruyucu güçleri konumuna hangi kesimin geçeceği sorusu da belirleyici olacaktır. Silahlı Kuvvetler şimdilik dengeleyici unsur olarak güçlendirilirken ordunun kurmay heyetini halkın hangi kesimlerinin, hangi ideolojik aygıtların belirleyeceği de bir o kadar önemlidir. Daha önce subay kadroları sadece kıyı şeridinden, görece varlıklı kesimlerden alınırken bu eğilimin nasıl değişeceği gibi sorular gelecek vizyonu için önemli.



Ortadoğu'nun kolonyalist mirası dikta rejimler şu veya bu şekilde esneyecek, değişecek belki ama onun yerine hangi iradenin geçeceği en az değişim kadar önemlidir. Asker sivil ilişkileri açısından Tunus ilginç deneyim yaşıyor, takibe değer.



Tüm bunları ele almamızın nedeni ise, bölgeyi sömürgeleştirmekle suçladığımız devletlerin düşünce kuruluşlarının, medyasının, diplomatlarının tüm bu dinamikleri titiz biçimde takip ettiklerini, hazırladıkları raporların medyada yer almasıyla ancak dikkatlerimize girebildiğini hatırlatmak içindi. Her gün yeni bir marka ile sahaya çıkan 'düşünce kuruluşu' nam yapılara, 'siyaset ve strateji uzmanları'na rağmen neden analiz değil de hamaset dinliyor olduğumuz üzerinde biraz düşünmeli...




#Arap Baharı
#Tunus-Libya sınır
#kolonyalist
#Ortadoğu
8 yıl önce
Tunus’ta ordunun etkinliği artıyor
Kimsenin aldırmayacağı ifşaatlar
Türban PKK’dan daha tehlikeli?
Hakikate uyanmak
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!