|
Türkiye’nin ırkçılık ateşiyle imtihanı

Resmi ideolojinin milliyetçilik esasına dayanması bizzat bu düşünceyi marjinalleştirmiştir. Her ne kadar resmi söylemde ve elitlerin diriltmeye çalıştığı Türk milliyetçiliği, İttihat Terakki'de siyasi forma bürünse de Anadolu insanı modern anlamda milliyetçiliğe itibar etmedi. Bu durumun en temel nedenlerinden biri Osmanlı bakiyesi topraklarda devralınan kültürel miras, İslam'ın yoğurduğu bilinç ve tarihsel hafıza Batılı anlamda bir ulusçuluğun popülerleşmesine imkan vermedi. Resmi kurumların söylemi ve eğitim sisteminde işlenen milliyetçilik ise Anadolu için fazlasıyla sentetik, seküler olması nedeniyle içselleştirilmedi. Ankara'nın giydirmeye çalıştığı resmi gömlek belirgin biçimde sırtımıza oturmadı. Kültürel Türkçülüğün temelleri her ne kadar Osmanlı'ya İttihat Terakki'ye ve nihayet Ziya Gökalp'in formüle ettiği Türkçülüğe kadar gitse de maşeri vicdanda hiç de makes bulmayacaktır. Bu durum sadece Anadolu ve buradaki unsurların refleksi ile sınırlı değildi şüphesiz. Tüm kışkırtmalara rağmen milliyetçilik ideolojisi Ortadoğu'ya yabancı kalmıştır. Aziz Nesin'in dediği gibi “bu toplum dininden başka kan dökmeyi göze alacağı hiç bir değeri benimsemeyecekti.”



Tarihsel olarak da Osmanlı'daki milliyetçi akımlar önce gayri müslim unsurlar (Sırp, Bulgar, Yunan) sonra Türk olmayan Müslüman gruplar (Arnavut, Arap) en son Türkler arasında görüldüğü bir vakıadır. Avrupa'daki klasik imparatorluklarda ise tam tersine bir süreç işledi; milliyetçilik önce hakim unsur arasında yükselerek tek tipleştirici toplumsal projeye dönüşürken azınlık unsurlar buna tepki olarak kendi etnik aidiyetini ideolojik ulusçulukla temsil etme yoluna gittiler. Bu anlamda Türk milliyetçiliği Osmanlı'da en geç uyanan modern ideolojik akımdır. Resmi ideolojinin buna sarılması toplumun önemli bir kesiminin dışlanmasına gerekçe oldu.



Ancak şehirlileşme ve eğitim, modernleşme ile paralel olarak insanımızda seküler, sentetik milliyetçi eğilimlerin yükseldiği bir gerçek. Dinin ayakta tuttuğu dinamizm ve derinlik, dünya ve insana bakışının yerine et ve kemiğe indirgenen bir milliyetçilik belli bir damarda yaygınlaştı.



Ne demek istediğimizin en canlı örneği Güneydoğu'da yaşanan çatışmalara verilen toplumsal tepkinin mahiyetinde aranmalı. Eğer bu çatışmalar herhangi bir Batılı ülkede yaşanıyor olsaydı muhtemelen iç savaş çıkardı. Resmi söylem ve stratejiye rağmen insanlar Kürt-Türk ayrımına girmedi, bilinçli biçimde din kardeşliği ortak paydasına sarılanların dışında önemli bir kesim de tarihten, gelenekten ve dinin telkin ettiği davranış kodlarından dolayı böylesi bir parçalanmaya, nefret söylemine gitmediği aşikar.



Ayrılıkçı siyasi Kürtçülük hareketinin her şeyden önce etnik temelli ve seküler özelliği nedeniyle Kürt toplumu arasında yeterince yaygınlaşmadığı da bir gerçek. Paradoksal biçimde Türk milliyetçiliğine karşı çıkan Kemalist zeminde yeşeren Marksist-Sol kesimin Kürtçü siyasal hareketlere destek vermesi ayrıca izaha muhtaç. Türkiye'de iddiaları ve söylemi nedeniyle karşılık bulamayan, toplumun değer yargılarıyla barışık olmaması nedeniyle marjinalleşen solun Kürt milliyetçilerine yaslanması psikanaliz konusu da olabilir. Gerek Türk gerekse Kürtlüğün öne çıkarılmasının sekülerleşme ve batılılaşmaya paralel gitmesi sosyolojik analiz açısından yeniden düşünülmesi gereken bir husus. Zamanla hem Türk hem Kürt ulusalcılarının ideolojik revizyondan geçerek dini değerlerle barışık görüntü vermeleri siyasal olarak yaygınlaşmasına katkı sunsa da hala içselleştirilmemiştir. Her iki kesimin de tek avantajı resmi politikalardan beslenen ötekine dair nefret söyleminin din, gelenek ve bu toplumun hafızasını oluşturan kodları tahribe yönelmesi de dikkat çekicidir.



Son beş yıldır yaşanmakta olan Suriye krizinin gerçek failleri, hangi siyasal, toplumsal koşulların buna neden olduğunun analizi bir tarafa, bir vakıa olarak göçmen gerçeği ile yüz yüzeyiz. Toplumun büyük ekserisi milliyetçi, ırkçı, nefret söyleminden uzak olduğunu, elinden gelen yardımı yapmaya çalıştığını, bunu yapamayanların, hoş karşılamayanların bile bir nefret söyleminden uzak olduğunu az çok herkes gözlemlemiştir.



Zaman zaman milliyetçi kesimlerin, marjinal ulusalcıların, siyasi nedenlerle Kürtçülerin farklı nedenlerle düşmanca söyleme hatta eyleme geçtikleri de bir gerçek. Bu hususta en çok şaşırtan yerlerden bizi Gaziantep olmuştur. Çarşıda, meydanda hiç Suriyeliye rastlanmamasının nedenini sorduğumda, gelenlerin gördükleri tepki ve dışlanma nedeniyle tesettürden günlük kıyafetlerine kadar Anadolu usulü giyindikleri, toplu araçlarda Arapça konuşmamaya çalıştıkları aktarılmıştı. O an ülkem adına utandığımı belirtmeliyim. Bu tür dışlama ve ötekileştirme olaylarının yağmaya kadar gittiği durumlarda ucu siyasilere kadar varan karanlık çevrelerin organizesi, kışkırtması sonucu olduğunu söylemeye gerek yok.



Bayram nedeniyle Orta Anadolu'nun tipik Türk/men yerleşimlerinde, kasabalarında gezerken Arap kıyafetli insanların görülebilmesi, muhtemelen Türk milliyetçisi partilere oy verseler bile, Anadolu ruhu ile açıklanabilir. Elbette her toplumsal müdahale, düzenin bozulması, gelecek endişesi gibi nedenlerle tepkiler, rahatsızlıklar olmuştur. Bahsettiğim tavır bu tepkinin, rahatsızlığın ideolojik nefrete dönüşmemesidir.



Ne var ki gittikçe şehirlerde, seküler modern kesimlerde Suriyeli mültecilere yönelik daha fazla ses çıkmaya, açık bir düşmanlık ifadeleri dillendirilme eğilimi görülüyor. Kuru Türkçülük, kindar Kürtçülük, seküler ulusalcılık, marjinal Marksist ideolojik öfkenin kışkırtma riski gittikçe artmaktadır. Üstelik

nin iktidara duyulan öfkeyle birleştirilip iç politikada rövanşist bir mahiyet kazandırılmak istenmesi tehlikeyi büyütüyor.



Her kesimden insanımızın ırkçılık ateşi ile imtihanı bugünden yarına daha çetin olacağı kesin. Aç gözlülüğün kışkırttığı, insani ve İslami değer ölçülerini zorlayan rant kazanma dürtüsü, köşe dönmeci yeni insan tipinin bu toplumun kodlarını, ahlakını çürüttüğünün açık belirtisidir.



Diğer tarafta kamplarda yaşayanların dışında Anadolu'nun her yerinde şehirlerin varoşlarına sığınan daha ne kadar burada kalacakları belli olmayan, belki büyük kısmı hiç gitmeyecek olan binlerce mültecinin çocuklarının sosyal maliyeti üzerinde kafa yoran var mı? Bireysel olarak sadaka, yardım düzeyindeki desteğin dışında okula gidemeyen, toplumun dışında itilen yüzbinlerce çocuk gelecekte yeni bir sosyal tabaka, yeni bir sorun demektir. Aş ve ekmek dağıtmanın dışında resmi yahut gayrı resmi ne tür tedbirlerimiz var?

verilmesinin insani gerekçelerini ihmal edip maliyeti üzerinden tepki gösterenler tarihi bir vicdan sınavından geçmektedir.


“İnsan küçüle küçüle modernleşir”

gerçeğini hatırlatan şekilde modernleştikçe dünyamız küçülüyor.


#Irkçılık
#Suriyelilere vatandaşlık
8 yıl önce
Türkiye’nin ırkçılık ateşiyle imtihanı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi