|
Refleks meselesi...

Bilinir; siyasetin ana eksenini çatışma oluşturunca, güç merkezli tahlil, tavır ve beklentiler öne çıkar. “Devlet”, “siyaset”in önüne geçer; iç sorunlar, iç dinamikler ikinci plana düşer. Devlete endeksli siyaset algısı doğallaşmaya başlar. Toplumdaki görüşler kutuplaşır, kutuplar homojenleşir.

Hele bir de Türkiye gibi, toplum, siyaset ve özgürlükler alanının iyice sınırlı olduğu, “yitirilmiş büyüklük kompleksi” ile “atarerkil zihniyet”in el ele verip “refleks haline dönüştüğü” bir toplumda, üstelik “Batı-Doğu kimliklerinin fay kırığı” hattı üzerinde yaşıyorsanız, bu tablo daha da koyulaşır...

Koyulaşınca da tüm iç sorunlar unutulur. Herkesin figüran olacağı bir güç oyunu yaratılır. Sıcak toplumsal sorunlar, özgürlük, demokrasi, laiklik, vatandaşlık, yoksulluk sorunları bile bu güç arayışına kilitlenir; beteri alabildiğince bu sorunlar “sil baştan” ele alınıp tanımlanmaya çalışılır.

Zira “fayda kartları” yeniden karılır.

Siyasi partilerden gazetelere, yazarlardan devlet birimlerine kişilerin ve kurumların çıkarlarından hareketle aldıkları pozisyonlar ile yaptıkları güç analizleri, attıkları demokrasi çığlıkları birbirine karışır.

Bu ülkede “İttihatçı bir liberalizm”le nevi şahsına münhasır bir “üçüncü dünyacı”lık böyle durumlarda öne çıkar, en önemlisi böyle durumlarda ittifak yapmaya soyunurlar.

Bazı istisnalar dışında, taraflar tüm farklılıklarına rağmen “güce” endeksli “kimlik ya da millet çıkarı”nı ortak dil kılarlar.

Gerek siyaseti gerek zihniyeti açısından yaşadığı ağır bunalımları “kuvvet mikrobu”ndan, yani güç üzerinden “milli ya da ferdi fayda arama virüsü”nden kapan bu ülke için, karşı karşıya bulunduğumuz kutuplaşma koşulları yine yapacağını yapıyor.

Tepkisel bir siyaset algısı öne çıkıyor.

Bu tepkisellik milliyetçiliğin her türünü, her tonunu besliyor…

Öte yandan iç siyasette iktidarın meşruiyetine ilişkin çatışmalar, ufukta görünen asker-sivil gerginliği yine tepki merkezli faydadan hareketle şekillenecek, yeknesak bir tutuma mahkum olacak bir saflaşmaya işaret ediyor…

İki tür tür tepkisellik, iki tür faydacılık, iki tür çatışma ekseni üst üste oturunca, ortaya çıkacak genel tabloyu tahmin etmek zor olmasa gerekir…

Bu durumun asker-sivil, devlet-siyaset, devlet-toplum ilişkilerindeki faturası köklü olur…

Aynı manzaranın “ataerkil” zihniyeti beslemesi de keza öyle.

Zira ister milliyetçi kültür olsun, ister devletçi; kendisini içeriden dönüştürerek üretemeyen bir yapı, dış girdilerle kendisini yırtarak, parçalara bölerek olduğu gibi üretir. Ve bu koşullarda hem siyasal alanda hem toplumsal alanda “özgürlükler zemininin biraz daha kayması” kaçınılmaz olur.

Daha bir ay önce bu ülkede yaşayan bir çok kişi için, hatta belki de sessiz bir çoğunluk için, gücü ifade eden kurşun bir candan daha değerli görülmedi mi?

Bu durum bir cepheleşme konusu olmadı mı?

Bu cepheleşme içinde şiddet fikri dolaylı da olsa meşrulaşmadı mı?

Tüm bunlar kişilerin siyaset algısının alt yapısını oluşturmuyor mu?

Siyasetçiler bu meseleye ilk seçimlerde gelecek oyları açısından bakmadılar mı?

Kuzey Irak''a doğru savaş tamtamları bunun için çalınmıyor mu?

Demokratik reflekse sahip toplumlar bu tür tahribatları siyasetiyle, aydınıyla, kurumlarıyla en aza indirir.

Türkiye ise bu korunmanın araç ve mekanizmalarından tümüyle uzak duruyor, hatta hedef kılınan aydınlar örneğinde olduğu gibi, bu araç ve mekanizmalar oluyor.

Silkinmek gerek...

17 yıl önce
Refleks meselesi...
Elli yıldan bu yana ne değişti?
Herkese teşekkür
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır