|
Devamlılık eksik…

Ne yapsak ne etsek de gençlerin her işin çabucak olacağına inanmalarına yaşlıların da karamsarlığa kapılmalarına mani olsak?



Tabi ki gençlerin yaşamadan, tecrübe edinmeden, yaşlıların da yeryüzündeki hayatın küçük bir kesiti olan tecrübelerini mutlak sonuçlar gibi sunmalarını engelleyebilsek. Bu temenniye kendi halimi de dahil ediyorum!



Binlerce yıllık insanlık tarihi içinde tanıklıklarımız mini minnacık bir kesit. Tarihin akışı içinde her birimiz kendi zaman dilimimizde koşullarımızın mecbur bıraktığı şartlarda yaşayıp gidiyoruz. Bunu idrak ederek yaşamayı dua niyetine söylüyorum. Bunun farkındalığının olaylara ilişkin yorumlarımızı etkileyeceğine inanıyorum.



Hayatta her şey için illa ki bilgi şart! Hiç birimiz tek başına münhasır gökten zembille inmedik. Bir zincirin parçasıyız. Geçmişe dair bilgi olmadan bugün anlaşılamaz, gelecek de şekillenemez.



İnandığımız şeyler, hatta İslam da öyle inmedi. Tarihin içinde bir zaman diliminde belli bir coğrafyaya indi. O zamanın ve zeminin koşullarıyla şekillendi.



Bunları bana yazdıran son aylarda katıldığım konferanslar oldu.



Biz film işiyle uğraşanlar eksikliğini hissettiğim bu duruma devamlılık noksanlığı deriz. Filmlerin başarı unsurlarından birisi de budur.



Yani önceki planlarla sonrakiler arasında bağ kurmanın, böylece hikayeyi görsel olarak doğru kavratabilmenin metin olarak da devamlılık içinde anlatılabilmesi gerekir.



Bugün, hayatın devamlılık algısında bir sorun yaşadığımızı düşünüyorum. Bu; her şeyi “en iyi” ya da “en kötü” şeklinde damgalayan yığınlar için, her bir taraf için geçerli bir yorum. “Neye göre iyi”, “neye göre kötü” sorusunu sormadan, mukayese yapmadan…



Bu iki bakışı, iyi ve kötünün arasında denge kuran bir bakışı sağlamadığımız sürece boşa kürek çeker dururuz. Bu, eğitimde, sanatta, kültürde, siyasette, dinde, hayatın her alanında geçerli.



Bunun sebebi eğitim noksanlığı mı yoksa dijital taarruz mu bilmiyorum. Sebebi her ne idiyse sonuçları her kesimde ve her yerde.



Gözlemlerime dayanak yazıyorum; bir kısım insan var ki; kendisini fanusta, zamandan ve zeminden münezzeh bir hayat içinde farz ediyor. Kıymeti kendinde menkul ve müthiş! Geçmiş ve gelecek arasında bağ kurma zahmetine katlanmadan, tarihin bu kesitini sadece etrafındaki dinamiklerle yorumlamayı fikir üretmek kabul ediyor.



İşin kötüsü ne tarafa dönseniz bu prototip karşınıza çıkıyor. Kemalisti de, solcusu da, dindarı da, 'bana ne'cisi de aynı. Kalıp sabit, kavramlar değişiyor.



Hayretle izliyorum. Bu bakış elbette din alanına da yansıyor.



Tarih, coğrafya, bilimsel bilgi olmadan din eğitimi verilince ortaya bağımsız modül gibi duran, hakikatten bağımsız bir din çıkıyor. Mezhepler tarihinden, tarihin kıvrımlarındaki siyasi-dini karar mekanizmalarından habersiz olunca iş asr-ı saadetten bugüne bir çizgi çekmeye kalıyor. Aradaki zaman dilimini yok sayınca da birçok kavram havada kuş misali uçuşup duruyor. Bilgi olmayınca da bir zemine oturması mümkün olmuyor.



Bu bilgisizlik halini de; bu kadar keskin doğru ve yanlışlardan ibaret bir hayatı taşımak çok zor.



Hayatın içinden her birimiz sayısız kere en basit bir konuda bile “ne doğru ne yanlış” o kadar çok tereddüt yaşarken mühim konularda bile bu '

bilmemiş çok bilmişlik' durumu çekilmez oluyor.


Bu keskinlik topluma zarar vermenin ötesinde, karar vericilerin, siyasetin de işini zorlaştırıyor. Eğer ülkemiz ferah bir yere doğru yönlensin istiyorsak, ülkeyi yönetenlere destek olmak istiyorsak, bu keskin kanaatlerimizi mutlak doğrular gibi sunmayı bırakıp; veri ve temel bilgi içeren konuşmalara dönmek zorundayız. Toplumun önünü açacak olan bu!



Hayatı siyah-beyaz katılığından çıkarıp ara renklere, nüanslara, açılabilir kapılara bakarak yorumlamayı denemeliyiz.



Hayatta “muhteşem” ya da “rezalet” işlerin yanında “sıradan”, “hoş”, “güzel”, “eh işte” denebilecek işlerin de olduğunu görmeliyiz!



Olanı kendi haliyle görmenin, olan biteni bu bakışla yorumlamanın vaktidir.



Ve bunu yapmayı da siyasetçilerden beklemeyi bırakmak lazım. Bu, biz medya mensuplarının, kamuoyu oluşturucularının görevi. Topu taca atmadan bu işin sorumluluğunu yüklenmenin vakti geldi de geçiyor.



Ayrıca tüm vahim işlerin ortasında orta yolu aramanın bir müminin görevi olduğunu hatırlatmak isterim. Kur'an'da “orta yolu bulun” tavsiyesi içeren ayet yerli yerinde duruyor.



Not: Bizim neslin İran ve İslamcılık imtihanı üzerine yazacaktım ama yer kalmadı. Başka sefere inşallah!


#Devamlılık
#İslamcılık
#Mezhepler
7 yıl önce
Devamlılık eksik…
Balbal taşlarına yazılan tarih
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…