Nitekim Türkiye ile ABD arasındaki sorunlar içinde iki önemli husus özellikle Türkiye'nin bekası ve istikbali açısından öne çıkmaktaydı. İlki FETÖ elebaşı Gülen'in Türkiye'ye iade edilip edilmeyeceği geçici olarak tutuklanıp tutuklanamayacağı veya üçüncü bir ülkeye deport edilmesi sorunuydu. Zira FETÖ'ye Türkiye içinde çok ağır darbeler vurulmasına karşın, yurt dışına firar eden terör örgütü mensuplarına NATO, ABD ve AB ülkeleri kucak açarak bu teröristlere sığınma hakkı ve oturma izni başta olmak üzere her türlü desteği açıktan vermeleriydi. Bu açık destek 17/25 Aralık hukuk örtüsü altında gerçekleştirilmek istenen başarısız darbenin ve 15 Temmuz Kalkışması'nın arkasındaki ülkeleri de açık ediyordu. Obama ABD'si ve NATO, FETÖ'nün arkasındaki asıl azmettirici güçtü. FETÖ militanlarının, Amerika'nın yeniçerileri konumunda yaklaşık 200 ülkede CIA ve PENTAGON kontrolünde Amerikan çıkarları doğrultusunda halen örtülü ajanlık faaliyetlerine devam etmeleri nedeniyle FETÖ elebaşı Gülen'in, Türkiye'ye teslim edilmesi veya deport edilmesi şu anda çok zor görünüyor. Ancak FETÖ'nün OBAMA ABD'sinde olduğu gibi, TRUMP ABD'sinde eski gücünün olmadığı da bir gerçek. En önemlisi de FETÖ elebaşı Gülen'e asıl tehdit in ileriki tarihlerde Rusya'dan gelecek olması sanırım. Türkiye'nin Rus Büyükelçisi Karlov'u bir suikast sonucu öldüren kripto polislerden Mevlüt Mert Altıntaş'ın FETÖ militanı olduğu gerçeği ve CIA bağlantılarının ortaya dökülmesi bu tehdidin ana nedeni. Zira bu durum FETÖ elebaşı ve örgüt militanlarını direkt PUTİN'in hedefi haline getirdiği de yadsınamaz bir gerçek. Rus senatör Klintseviç FETÖ saldırının arkasında NATO ve CIA var ifadesi, PUTİN'in Karlov suikastını ülkesine yapılan bir terör saldırı olarak nitelemesi, Rus Gizli Servisi FSB'nin de olayı detaylı incelediğinin açık işaretlerini taşıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ikili görüşmede 'sorunlara nokta koyma örtülü stratejisine' karşı, TRUMP, Erdoğan'la yapacağı görüşmenin öncesinde YPG'ye ağır silah desteği verme kararını imzalayarak, bu konuyu müzakereye kapama yolu tercih etmişse de sonuç Türkiye'nin varmak istediği asıl amaca hizmet etmişti. Nitekim “TRUMP, görüşme sonrasındaki açıklamasında terörle mücadele bağlamında Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu ima etti. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Cohen, ABD'nin YPG ile ilişkisini savaş ortamı nedeniyle DEAŞ'ın etkinliğini ortadan kaldırmak için geçici ve taktiksel bir hamle olarak açıkladı. Amerikan Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford da SDG'ye verilen ağır silahların PKK'nın eline geçmemesi, SDG'ye sağlanan askeri teçhizatın sadece Rakka'da kullanılmasının önlemini aldıklarını belirterek, siyasi veya ekonomik anlamda YPG'ye verilmiş bir söz olmadığını açıkça ifade etti. Üstelik ABD'nin Türkiye' ye uzun zamandır istediği silahları vereceği yönünde kararı alması da görüşmelerde Türk tarafının başarısı ve haklılığını ortaya koymuştu.
Türkiye ise SDG örtüsü altında, YPG'ye verilen silahların PKK'nın eline geçmesi ve bu silahlarla Türkiye'de terör yaratılması durumunda, Sincar ve Karaçok örneğinde olduğu gibi terör yuvalarını tekrar vuracağını ikili görüşmede kararlılık içinde dile getirmesi, Ortadoğu'da Türkiye'nin önemini ve gücünü barış açısından bir kez daha ortaya koyması açısından önemlidir diye düşünüyorum.