|
Halep'in düşündürdükleri...

Gazeteci miyim, diye sorsanız dolu dolu "evet" demezdim. Belki şunu ifade edebilirdim; "İyi bir gazeteci olmak istiyorum."



"İyi gazeteci" olmanın benim nazarımdaki tarifi, küçük ölçekli değil geniş ölçekli düşünmekten geçiyor, bu geniş ölçekli düşünmeyi ise "bilgi" ile doldurmak zorundasınız, yani cidden çok çalışmak, en az bir yabancı dile hâkim olarak gündemi takip etmek, entelektüel çabayı es geçmemek gerekiyor. Kendi adıma bunu yapıyor, bunu yapan gazetecileri takip ediyorum. Çoğu kez, popüler olmamış hatta şunun bunun adamı da olmamış kişileri takip ediyorum, bir ifadeleri önemli bir noktayı yakalamanızı sağlıyor.



Gel gelelim, benim gazetecilik konusundaki adımlarım maalesef sakat bir döneme denk geldi, kartel medyaya alternatif olarak ortaya çıkabilen "yerli ve milli" bir medyanın oluşma sürecinde, bir yandan kartel medya buna müsaade etmemek için uğraşırken, alternatif "yerli ve milli" medya, kendi içerisinden çıkanlarca bilerek yahut bilmeyerek baltalanıyor. Yapıcı eleştirilerin önü, bir grup holigan tarafından kesiliyor. Medyanın işlevi değer kaybediyor. Entelektüel çaba hiçe sayılıyor, kitleler yanlış yönlendiriliyor, sanki yeterince cephe yokmuşçasına bir grup kendini bilmez "içeride" yeni cepheler açmaya kalkışıyor. Elbette bu problemli ortam halkın düşünsel tasavvuruna, siyasete, ümmet bilincine, "milli ve yerli" duruşa olumsuz yönde etki ediyor.


Ortada görebildiğim kadarıyla, "iki kesim var". Bu iki kesimin de ifrat ve tefrit noktası oluşturduğunu düşünüyorum. Biri; sabretmeden, devletin sorumluluk alanının bağlayıcılığını unutarak sivil toplum gibi davranmasını bekleyen kesim. Ancak bu kesimin samimiyeti, inancı, merhameti, entelektüel çabası var. Bu kesim, dünyalık hevesleri olmayan, hakkaniyet gözeten, zulme tepki veren, Müslüman olmanın bilincini taşıyan bir kesim. Lâkin bu kesimin karşısında olan diğer kesim, hakkaniyeti hiçe sayan, dünyalık hevesler peşinde koşan, kendini var etmek için ilk bahsettiğim kesimi "düşmanmış" gibi gösteren, kendine alan açmaya çalışan, siyasi iktidarın söylemlerinden kendine güç devşirmeye çalışan, mafya usulü ile iş gören, mahalleye sonradan gelmesine ve geçmişleri kirlilik dolu olmasına rağmen, mahallenin ilk sahiplerini tasfiye etmeye kalkan, hatta sahibi gibi davranan, en ufak serzenişi "düşmanlıkla" itham eden, Ak Parti'ye ve Türkiye'ye her anlamda zarar veren kesim.


İşte benim gazetecilik konusundaki aciz çabam tam olarak böyle bir zamana denk geldi. Sadece benim değil, benim gibi binlerce insanın çabası ve hatta Türkiye'nin "varlık-yokluk savaşı" böyle bir zemine ve zamana denk geldi

. Belki de en büyük talihsizliklerimizden biri bu; bir şekilde medyada konuşlanmış tarumar edici klik, iktidar adına iş görüyormuş, bu hakkı varmış gibi davranıyor. Her anlamda kayıp...


Samimiyetle şunu söyleyebilirim ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, Ak Partili bakanlar, milletvekilleri ile her konuyu rahatça konuşup, çok rahat bir şekilde öneriler sunabiliyorsunuz. Bunlar dinleniyor, değerlendiriliyor. Kimse sizi "düşman" falan ilan etmiyor. Lâkin, bahsettiğim ikinci ekip, her konuşmanızdan sonra kendi kafasından türlü şeyler uyduruyor, sanki düşman cephesi azmış gibi yeni cepheler açmaya çalışıyor, iktidar ile kendi arasında bir yakınlık kurmak için iktidarı yalnızlaştıracak söylemleri hiç düşünmeden sıralıyor.


Ne tuhaf değil mi? Henüz iki gün önce menfur bir terör saldırısı canlarımızı hedef almışken, gözümüzün önünde Halep'te katliamlar yapılıyorken, bu yazının başlığı "Halep" iken, içerisinde Halep geçmeyen bir yazı yazıyorum. Hayır, aslında ben içerisinde "Halep" geçmese bile "Halep"i yazıyorum, çünkü biliyorum, Türkiye olmazsa Halep olmayacak, Halep için Türkiye'yi yazıyorum. Filistin için, ümmet için, insanlık için Türkiye'yi yazıyorum. Çünkü Türkiye, tüm mazlum coğrafyaların yegâne umududur. Çünkü Türkiye dışında bu coğrafyalara eğilen, bu coğrafyaların derdiyle dertlenen başka bir ülke yok.


ABD… Obama yönetimi ABD tarihinin en başarısız yönetimi olarak kayıtlara geçti. "Kimyasal kırmızı çizgimizdir" demelerine rağmen, Esed rejiminin tüm kimyasal silahlı saldırılarını izlediler. DAEŞ'i bahane ederek terör örgütü PKK/PYD'yi silahlandırdılar, müttefik ilan ettiler. PKK/PYD'nin önü açılsın diye DAEŞ'i desteklediler. Hatta DAEŞ'e Türkiye'nin önünü kesme rolü verdiler.



İran… Şii yayılmacılık gözlerini öyle bürümüş ki, Müslümanların kanının akmasının hem sebebi, hem de faili olmaktan bir an geri durmadılar. Halep konusunda ateşkes sağlanmışken, İran emrindeki Şii milisler ateşkesi bozdu. Bir mezhep savaşı olması için ellerinden geldiğinde uğraşıyorlar zira İslâm ümmeti içerisindeki rezil konumlarını genişletmenin başka bir yolu yok.



Rusya… ABD ile olan çekişmesini Suriye üzerinden sürdürdü ve sivillerin üzerine bomba yağdırmaktan geri durmadı. Putin, ateşkes konusunda Türkiye ile anlaştıklarını ancak ABD ile anlaşamadıklarını ifade ediyor.



Arap Birliği… öyle bir birlik yok, sadece isim. Halep'te insanlık dramı, toplu katliamlar yaşanırken, katliamın yaşanmasını izleyip, üç gün sonrası için zoraki bir toplantı ayarladılar.



Avrupa… sokaklarında PKK/PYD terör örgütlerinin kol gezdiği, terörü ve terör örgütlerini desteklemekten asla çekinmeyen, DHKP-C gibi terör örgütleri üzerinden mezhepsel gerilim için uğraşan, Rusya Halep'te katliam yaparken, Ukrayna üzerinden Rusya aleyhine konuşabilecek kadar vahim bir haldeler.



Türkiye muhalefeti… Suriye savaşının başından bu yana, FETÖ'nün tarlalarını sürdüğü CHP, Esed rejimine destek vermekten çekinmedi. CHP; FETÖ, PKK, DHKP-C gibi terör örgütlerinin ekmeğine yağ sürecek açıklamalar yaptı. Savaştan kaçan insanlara yönelik ayrımcı ifadeleri dillendirdi. Türkiye aleyhine yapılabilecek her şeyi yaptı.



Muhalif medya… Suriye muhalefetini "cihatçılar" diye yaftalamaktan vazgeçmedi. Her türlü sivil katliamını destekledi. "Mezhep savaşını" Türkiye içine taşımak için uydurma haberler yaptı. Halep'te sivillere yönelik katliam olasılığı varken CNNTürk: "Doğu Halep'te zafer an meselesi" başlığı attı.



Gelelim Türkiye'ye ve Ak Parti'ye...

Suriye savaşının başladığı günden bu yana bölgeye, bölgeden kaçan insanlara maddi ve manevi olarak tek yardımı yapan ülkeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onu destekleyenler, içeride ve dışarıda tüm diplomatik seçenekleri deneyerek Suriye'deki kıyıma engel olmaya çalıştı. Savaştan kaçanlar için kapılarımızı açtık. Her fırsatta, "güvenli bölge", "uçuşa yasak bölge" çağrısı yaptık. Esed rejimi altında can çekişen insanların sesini dünyaya duyurmaya çalıştık. Hâlâ çalışıyoruz. İran'ın tüm engelleme çabasına rağmen Türkiye, Rusya ile görüşerek Halep'te ateşkesin sağlanması için çok uğraştı ve ateşkes sağlandı da. Ancak İran'a bağlı milislerin, ateşkesi bozduğu haberini aldık. Buna rağmen, tüm dünyanın izliyor olmasına rağmen, Türkiye Halep'te bir kıyım olmaması için var gücüyle uğraşıyor.


Türkiye tüm çabaları, FETÖ ile uğraşırken, PKK terörü ile uğraşırken, ekonomik olarak kendisine darbe yapılmak istenirken, 15 Temmuz'u yaşarken gösterdi. İçeride ayrı yıpratıldı, dışarıda ayrı... Şu saatten sonra bize düşen, bölgede tek alternatif umut olan Türkiye'yi canımız pahasına korumak, kişisel hesapları bir yana bırakmak, var gücümüzle çalışmak olmalı. Suriyeli sivillerin, Gazzeli yetimlerin, Myanmarlı mazlumların umudu olan Türkiye'yi, hem onlar hem de kendimiz için ayakta tutmalıyız, bölge için başka umut kapısı yok, bu böyle biline.
#Suriye
#Halep
#ABD
#İran
7 yıl önce
Halep'in düşündürdükleri...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle