|
İlahiyatçılar hadisi ret mi eder?
Henüz İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni yeni kazanmışım, hayırlı olsun mesajları alıyorum, dikkatimi çeken husus, bu hayırlı olsun mesajları içerisine düşülen “
Aman Hocam televizyonlardaki hadisleri reddeden ilahiyatçılar gibi olmayın
” temennisi.

Aslını isterseniz babamın da ilahiyatçı olması hasebiyle, halk tarafından ilahiyatçı hocalara soğuk bakıldığını vaktiyle tecrübe etmiş biriyim.

Genel olarak halkın ilahiyatçılara mesafeli olmasının iki nedeni var: Bir dönem, Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz gibi tiplerin bilinçli olarak ekranlara sürülmesi, “ilahiyatçılar bu” diye lanse edilmesi, tavuk ve çizmeden kurban olur fetvaları. Diğer nedeni ise, Türkiye coğrafyasında İslam, Osmanlı ile Türkiye'nin bağları kopartılırken erozyona uğratıldığı, hoca/âlim yetişmesinin yasaklandığı dönemlerde ortaya çıkan fikri yoklukta yalnızca fıkıh temelli din anlatımıyla, dinin ruhanî yönünden çok matematiksel yönünün tebliğ edilmesi. Bununla birlikte ve hatta buna ek olarak, bu topraklarda maya tutan sufî anlayışın maalesef dejenere olmaya müsait yanları ve dejenere olmuş bir İslam anlayışının yaygınlaşmasıdır.

Şunu da belirteyim, kelâmımın tümü aciz halimle, naçizane, iyi niyetli ifadeler içermektedir. Kimseyi kategorize etmek, sınıflandırmak, had bildirmek gibi bir niyetim bulunmamaktadır. Kıymetli kardeşlerimden, benden istemeden sâdır olan bir hadsizlik olacak olursa en baştan haklarını helâl etmelerini rica ederim.

Tüm bunlarla birlikte, çuvaldızı biraz da kendimize batıralım; halk ve ilahiyatçı arasındaki uzaklığın bir sebebinin de, ilahiyatçı hocaların bazılarının yer yer halka inememesinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum.

Tüm bu etkenler bir araya gelince, birkaç olumsuz örnek de medya eliyle magazinsel ortamlara düşünce, halkın bazı kesimleri arasında maalesef ilahiyatçılar sanki dini tahrif eden kişilermiş gibi algılanıyor, maalesef bu çok ciddi ve büyük bir problem…

En önemli problem “hadisler” başlığında yaşanıyor, halk arasında hoca olarak tanınmış bazı kişiler, maalesef hurafe, İsrailiyât, uydurma rivâyet ile vaaz verdiğinden, bu hoca olarak kabul edilmiş şahsın hasbelkader bir vaazına denk gelmiş biri, vaaz edilen rivâyetin ilmi kaynağını, deliller ile ortaya koyarak mevzuyu ilmi açıdan ortaya koyan kişilerle muhatap olunca maalesef o vaazı dinleyen kişi tarafından anlamadan, bilmeden, hakka girilerek hadisi inkâr etmekle itham ediliyor, bu Allah'ın dinine zulümdür.

Birçok ağızda tek bir mânâya geliyormuş gibi kullanılan terimler var, hatta ilmi terminoloji açısından aynı mânâya gelmeyen ve dikkatle kullanılması gereken terimler var ancak bu terimler dikkatsizlik ve ehemmiyet vermeme ve hatta ilimden yoksun olma nedeniyle gelişigüzel kullanılıyor, terimler izah edilmeden kullanıldığı için, bu terimler üzerinden bir tartışma ortaya çıkıyor. Zira ilimin bir kısmının metodoloji olduğu unutuluyor. Ki bizde de metodoloji eksiği olduğundan kısa zamanda ortalık toz duman olabiliyor.

Bir örnek ile açıklayayım, Gazâlî'nin hocası olan Cüveynî'nin eseri Varakat'a bakarak bunu görebilirsiniz, âlim el-Cüveynî, eserinde önce izah edeceği konudaki terimleri teker teker açıklar ondan sonra izah edeceği şeyi izah eder, zira ilim tebliğ etmenin muteber metodu budur. Ancak, yalnızca bir kesit içerisinde, manasının tam olarak kavranmadığı terimleri kavram karmaşasıyla tebliğ eden bir hocanın vaazından kulak dolgunluğu ile bir kişi fetva vermeye kalkar, bu fetvaya uymayanı din dışı ilan ederse işte problemin büyüğü budur, ki bence bizim problemimiz de bulur.

Dönelim hadislere…

Hadis ve sünnet çoğu kez aynı anlamda kullanılır ancak aynı şeyi ifade etmezler. Sünnet; Rasulullah'ın devamlı olarak yaptığı, sahabenin HZ. Peygamber'den gördüğü ve kendilerinin de ona tâbi olarak yapmaya devam ettikleri, böylece o günden bugüne uygulamalı olarak bize tevatüren gelen Resulullah'a ait fillere denir. Hadis ise; Rasulullah'tan sâdır olan sözlerdir, genellikle zannidir, manen rivayet edilmiştir. Ortak yönleri ise her ikisinin de teşri değerinin olmasıdır.

Elbette hadislerinde sıhhat dereceleri birbirinden farklıdır. “Râvî” dediğimiz, Rasulullah'a ait sözleri rivayet eden kişiler vardır. Hicri ilk yüzyıllarda, sahabe (Müslüman olan, Rasulullah'ı gören, ona tâbi olan, Müslüman olarak ölen kişiler) ve tabîîn (sahabeyi görenler, onlara tâbi olanlar, Müslüman olarak ölenler) döneminde herhangi bir güven problemi olmadığı için, hadisler sözlü olarak rivâyet edilmiştir. Buna rağmen Hz. Ali'nin hadis rivayet edenlere yemin ettirdiği, Hz. Ömer'in ise şahit istediği bilinmektedir. Sahabe ve tabîîn devirlerinden sonra bazıları iyi niyetli olsalar dâhi, hadis uydurmalar ortaya çıkmıştır. İsrailiyât dediğimiz Yahudi kıssaları, hadisler içine karıştırılmıştır. Bununla birlikte hadisleri tedvin/yazıya geçirme dönemi başlamıştır. İşte bu süreçte itina ile râviler, “zapt ve adalet” konusunda sorgulamaya tutulmuşlardır. İlk dönem genellikle, hadis metinlerinden ziyade, ravi zincirine bakılarak hadisler hakkında sıhhat açısından yorum yapılıyordu, zaman sonra hadis metni merkezli olarak da sıhhat noktaları incelendi.

İncelemeye göre hadisler, özellikle râvilerinin “zapt ve adalet” yönüyle uygulamaya tâbi tutulduktan sonra farklı isimlendirilir, özetle ifade etmeye çalışayım:

Mütevatır Hadis : Aklen ve âdeten yalan üzere birleşmelerini mümkün olmayan bir topluluğun, senedin başından sonuna kadar yine kendileri gibi bir topluluktan rivayet ettiği sahih hadistir.

Sahih Hadis: "Şaz (makbul bir râvinin daha makbul bir râviye aykırı rivâyeti) ve mu'allel (görünüşte olmasa da sıhhaten sorunu olan hadis) olmayarak, isnadı HZ. Peygamber (SAV)'e veya sahabeden yahut daha sonrakilerden birine varıncaya kadar adl ve zabt sahibi kimselerin, yine kendileri gibi adl ve zabt sahibi kimselerden muttasıl (râvi zincirinde kopukluk olmayan) senedlerle rivâyet ettikleri hadis.

Hasen hadis
: Şaz ve illetten salim olarak, zabtı mükemmel olmayan râviler tarafından muttasıl senetle rivayet edilen hadis.

Zayıf Hadis
: Sahih ve hasen hadislerin vasıflarını taşımayan hadis.

Şimdi dönelim, ilahiyatçıların “hadisi inkârı” mevzusuna… Doğrusunu isterseniz, ilahiyatçılar hadisleri inkâr etmiyor, geçmiş dönemlerdeki ilim ehlinin usulünü devam ettirerek, hadisleri ilmî değerlendirmeye tâbi tutuyor ancak bazılarınca bu ilmî çaba maalesef hadis inkârı olarak lanse ediliyor, bu haktır, haramdır.

Bir ilahiyat talebesi olarak, Ramazan günü, Ramazan'ın faziletlerinden bahsetmek isterdim ancak mevzuların başında ilmî yoksunluk olunca fazilete gelmeden ilmen bir şeyler karalamak gereği duydum, ilim ehli olmama rağmen haddimi aşarak karaladığım satırlar nedeniyle önce Rabbim'den af diler, sonra ilim ehli hocalarımdan özür dilerim.

Vesile ile, ilmi konularda üç beş kelâm edebilmemiz için bizlere ders veren, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde ders aldığım tüm hocalarıma duâ ve teşekkür ederim. Eğer kelâmımda bir hata, kusur varsa benden; bir isâbet varsa kendilerindendir.

Tahminimden çok uzadı, benzer mevzu ile cuma günü devam etmek üzere…


#İlahiyatçılar
#hadisler
#Sahih Hadis
9 yıl önce
İlahiyatçılar hadisi ret mi eder?
Niyetin iki ucu
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü