Mâlum olduğu üzere, FETÖ yalnızca devlete sızmaya çalışan illegal bir örgüt, 17 ve 25 Aralık Darbe Girişimi, 15 Temmuz Darbe Girişimi gibi terör faaliyetlerinin mimarı değil, İslâm dinini, ona ait tüm kavramları da hedef almış bir yapı.
Bugünü önümüzde bir sonuç varsa emin olun dünün sebeplerinin sonucudur. Ancak dünü konuşmak da kolay değil, anakronik bir hataya düşmek mümkün, zamanın ruhunu bilmeden ahkâm kesmek de... Bu nedenle tarihi konuşurken hep tereddüt etmişimdir, ancak konuşmak zorunda olduğumuz da bir gerçek...
Fransız İhtilâli ile "milliyetçilik" akımı hızla yayılmış. Dünyadaki imparatorluklar parçalanmaya gidiyor. "Ulus Devlet" denen illet, modernizm, modern devlet dönemine geçiliyor. Dünyada savaşların ve kırılmaların olduğu bir dönem, buna bağlı olarak yeni sosyo/psikolojik durum oluşuyor.
Batı, işgal ve sömürü ile ilerlemiş buna rağmen kadim mirasın sahibi Doğu çöküşte... Doğu, belki daha özel şekliyle ifade edecek olursam İslâm coğrafyası, şokta, ilk kez endişe duyuyor ve çöküşe giden yolda bu erozyonu önlemek için önce 1839'da Tanzimat Fermanı yayımlanıyor. Tanzimat yeterli gelmeyince 1876 1. Meşrutiyet ilân ediliyor. İmparatorluğun "devletlü" tarzıyla yaptığı girişimlere ek olarak Aydın Hareketleri de ortaya çıkıyor, amaç belli; süreci en az zararla atlatmak...
Yine mâlum olduğu üzere, kısaca bahsettiğim girişimler sonuç vermiyor; önce gayr-i Müslim unsurlar sonra Müslüman olsalar dahi ırk farklılığı nedeniyle ayrıştığımız diğer milletler ayrılıyor. İslâm Birliğini savunanlar, İslâmcılar, Turancılar, tarîkatler, İttihatçılar... belirli zümreler kendi zaviyelerinden -doğru veya yanlış- bir şekilde "kurtuluşun" yolunu arıyor ama yetmiyor. Osmanlı'nin elinde yalnızca Anadolu kalıyor ve Türkiye'leşiyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti kurulma aşamasındayken ve kuruluş yıllarında iken, ilkeler ve kurumlar ile "yeni" bir ülke inşâ ediliyor. Yenileşen kurumların olumlu yönleri olduğu gibi olumsuz yönleri de var. Bir millet düşünün ki, tarihinden nefret ettirilerek kurulsun, tarihi yok sayılsın; işte bu en büyük gafletlerden birisi.
Osmanlı'nın son döneminde medreselerin bozulduğunu kabul etmemek mümkün değil birkaç revizyon girişiminin de çok başarılı olmadığı ortada bununla birlikte, Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) 1924'te kabul ediliyor. Elbette bu kanun, 1925'te kabul edilen Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu'na da öncülük ediyor. Bundan sonra ne oluyor dersiniz?
Ancak Osmanlı, Türkiye'leşirken, var olan mevcut dinamik tümden yok sayılır, daha önceden de bahsettiğim gibi bu tarîkat, tekke gibi oluşumları radikalleştirir, denetimsizleştirir. Konuya vâkıf olan ehil isimlerden olduğumu iddia etmeden, bence "cemaat"ler, içsel olarak tarîkatler gibi değildir ancak modern zamanlarda, tarîkatlerden ve tekkelerden doğan boşluğu kapatmak amacıyla, suni değil doğal yollarla oluşmuştur. Yasaklı olmaları ise gizli ve denetimsiz olmalarını sağlamıştır. İşte temel problemimiz de budur.
Türkiye'de cemaat denince ilk olarak aklımıza gelen bir yapı var; Gülen Cemaati, Gülenizm yani FETÖ.
FETÖ, “cemaatleşme” anlayışının yerine "holdingleşme" anlayışını koyan illegal bir yapı, cemaat üyelerinin ruhi kırılmasının mimarı bir yapı, "Protestan bir ahlâk" ile yol alan, son tahlilde, kapitalist/emperyalist sistemin terör örgütü olan bir yapı.
( Daha fazlası için, “Kemalizm, Gülenizm'e nasıl kapı açtı?” başlıklı yazıma da bakabilirsiniz. http://www.yenisafak.com/yazarlar/cemilebayraktar/kemalizm-gulenizme-nasil-kapi-acti-2031957 )
FETÖ zilletinin, 15 Temmuz'da giriştiği tarifsiz alçaklık, dikkatlerin "cemaatlerin" üzerine de çekilmesine neden oldu. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Özafşar geçtiğimiz hafta verdiği bir röportajda "Cemaatlerin kayıt altına alınması" gibi bir durumun oluştuğundan bahsetti. Ve bugünler de, Diyanet bir zirve çalışması yapacak. "Söz konusu buluşmada, FETÖ gibi ihanet şebekelerinin istismar ettiği dini konular ele alınacak. Buna göre Görmez ve Diyanet uzmanları, önce tarikat ve dini eğilimli cemaatlerin temsilcilerini tek tek davet edip meselelere nasıl baktıklarını soracak. Daha sonra ise dini sivil yapıların tamamının yer aldığı bir toplantı tertip edilip, tartışmalı alanlara ilişkin görüşler alınacak. Toplantılardan çıkan eğilime göre Diyanet, sahih dini bilginin oluşturulması noktasında tavsiye kararları almayı planlıyor."
Ben bu çalışmanın çok hayırlı olduğuna inanıyorum zira;
1. Tarîkatlerin, cemaatlerin ötekileştirip, yer altına itilip, radikalleşmesi, denetimsizleşmesi yerine, var olan mevcudu hakkaniyete yönlendirme amacı taşıyor.
2. İlk başlarda, "Dini, devletin dilediği gibi şekilde revize etme, denetim altına alma" amacıyla kurulan Diyanet'in, halk nezdindeki "olumsuz" imajı, düzeltiliyor. Bu minvalde, Mehmet Görmez Hoca'nın Diyanet'in başında olması bizim için bir fırsat.
Bununla birlikte, ortada iki durum var; ilk olarak, tarîkatler ve cemaatler içsel olarak birbirlerinden farklı kurumlar, bunları aynı potada mı yoksa ayrı ayrı kulvarlarda mı kabul edeceğiz? Bu farkın ortaya konması neden önemli? Konunun uzmanlarının bu konularda konuşması gereğine inanıyorum.
Sonuçta, toplumumuzun mayasının "din" olduğu, yeni bir ülke kuranların dönemin şartları gereği çıkarttıkları kanunların, oluşturdukları kurumların jakobenliği nedeniyle "dine" olumsuz etki ettiği, cemaatleri radikalleştirip FETÖ psikolojisi edinmelerini sağladığı bir gerçek. Öte yandan, FETÖ gibi toplumu ve ülkeyi hedef alanların, bir strateji olarak "dini" hedef aldığı da... Gelinen şu noktada, Diyanet, İlahiyatçılar, cemaatler, tarîkatler bu ülke için, bu millet için birbirlerine yardımcı olmalı, şeffaf olarak, birlikte çalışmak zorunda, şu süreçte ayrışacak, kadrolaşacak, gereksiz alınganlıklar yapacak lüksümüz yok, lütfen bir zahmet şu zor süreçte herkes işini hakkaniyetle yapsın. Yoksa Allah muhafaza bir FETÖ gider, öteki gelemez ama gelmek için fırsat kollar.