|
İki Türlü vatanperverlik

Bir objektif mânada, bir de sübjektif mânada vatanperverlik vardır. Sübjektif mânada vatanperverlik, bir kimsenin, herhangi bir iş yaparken, o işin memleket hayrına olduğuna inanmasıdır. Yani, âmiyane tâbiriyle, herhangi bir hareketin, samimiyetle yapılmasıdır. Bu mânasiyle ele alırsak, hiçbir memlekette, hiçbir devlet adamı vatan haini olamaz. Memleketin zararına birçok işler yapan devlet adamları bile, yaptıklarının memleket hayrına olduğuna inanmışlardır.

Hitler ordularını memleketine dâvet eden Quisling bile bu mânada vatanperverdir... Fransa''nın teslimi muahedesini imzalayan Petaine bile vatanperverdir... Ve hattâ, ölüm fermanımız olan Sevr Muahedesi''ni imzalayanlar bile...

Objektif mânada vatanperverlik ise, yapılan bir hizmetin, hareketin netice itibariyle, millete, memlekete fayda getirmesidir. Bu fayda ise hareketin yapıldığı anda bilinemez. Ancak, zaman bunu tâyin eder.

Bu sebeple de, millete yapılan her hizmet için, yapıldığı anda, faydalı mıdır, değil midir münakaşası olmuştur. Fakat neticeyi zaman göstermiştir.

Bu sebeple, yukarıda söylediklerimizi tekrarlayalım:

Bir memlekette, ihtilâl yapanlar, subjektif mânada vatanperverdirler. Yani vatanperver olduklarını zannederler. Fakat yapılan ihtilâllerin, memleketin hayrına mı, zararına mı olduğunu zaman gösterir.

İhtilallerin fayda ve zararları

Burada başka bir meseleyi daha inceliyelim. İhtilâl bir memleket için faydalı mı olur zararlı mı?

Siyasî tarihi bilenler derler ki:

En iyi bir ihtilâl idaresinden, en kötü bir sivil idare daha iyidir.

Bu hükmün doğruluğuna inanırsak diyebiliriz ki, ihtilâller, memleketlerine mutlaka zararlı olmuşlardır. Ancak, ihtilâllerin, az zararlıları veya çok zararlıları vardır.

Yalnız, bazı memleketlerde, demokratik idareyi kurtarmak için yapılan ihtilâller vardır ki, bunları diğerlerinden ayırmak gerekir.

Siyasi tarihçiler, ihtilâller kendi çocuklarını yer, demişlerdir. Bunun mânası da şudur:

İhtilâlle işbaşına gelmiş idareler, uzun müddet yaşayamamışlardır. Ve çoğu zaman, ikinci bir ihtilâlle devrilmişlerdir. İkinci ihtilâlin idarecileri, birinci ihtilâlcileri yoketmişlerdir.

İhtilâl niçin çocuklarını yer, çünkü:

İhtilâl, bir diktatörlük idaresinin yıkılması ve yerine yeni bir diktatörlük kurulması şeklinde olmuşsa, zaten bu yeni kurulan idare, üçüncü bir diktatörün doğmasını bekliyor demektir. Ve ikincinin başını er geç, üçüncü yiyecektir.

Fakat bir ihtilâl, demokratik bir idareyi yıkmışsa, genç ihtilâlciler için tehlike var demektir. Çünkü demokratik idarenin tadını tatmış milletlere, diktatörler asla hükmedemezler. Halk, ehlileştirilmiş bir kurt köpeğine benzer. Nasıl ki, bir kurt köpeği, dişine kan değmezse, insanlara bir köpek sadakatiyle hizmet eder, fakat kanın tadını aldığı zaman tekrar kurt olursa, milletler de demokratik idareye alıştıktan sonra, ihtilâl idarelerine ancak kısa bir zaman boyun eğerler.

27 Mayıs İhtilâli''nin hususiyeti, yıkmış olduğu bir demokrasinin yerine, yeni bir demokratik idare kurmuş olmasındandır. Onun için koyduğu rejim oturmuştur.

İhtilâli kim yapar?

İhtilâlin yukarıda yapılan tarifine nazaran, ''ihtilâli, siyasî partiler yapabilir mi?'' suali hatıra gelir.

Yukarıda anlattığımız gibi, ihtilâlin şartlarından birisi, ihtilâli yapanların siyasî bir takım fikirlere sahip olmasıydı. Partiler de siyasî gayelerle kurulduğu için, bu şart her parti için var demektir.

Ancak, her partinin bünyesinde, diğer iki şart mevcut değildir. Bu şartlar, iktidara normal yollardan geçme ümitlerinin olmayışı ve siyasî partilerin ellerinde iktidarı zorla almak için gerekli silâhın bulunmayışıdır.

Bir memlekette demokrasi idaresi varsa, orada, siyasî partilerin iktidara geçme ümitleri var demektir. Hem bu ümitleri var olduğundan ve hem de silâha sahip olmadıklarından dolayı, partiler ihtilâl yapamazlar.

Fakat, millet kendilerini sevmediği için, yapılan seçimleri arkası arkasına kaybeden partiler, bazan seçilme ümitlerini kaybederler. Bu gibi hallerde, o partinin bünyesinde, ihtilâlin şartlarından ikincisi tahakkuk etmiş demektir. Yani, o partinin hem bir siyasî fikri, kanaatı vardır. Ve hem de bu fikirleri, seçim yoluyla tatbik etmek ümitlerini yitirmişlerdir.

Bu gibi ahvalde, o siyasî partiler, iktidarı zorla ele geçirmenin yollarını ararlar. Kendileri silâhlı olmadıkları için, ya gizli gizli silâhlanmaya çalışırlar, veya mevcut silâhlı kuvvetleri tahrik ederek, onları ihtilâl yapmaya zorlarlar.

Tarihlerde, Almanya''nın Nazi Partisi ve İtalya''nın Faşist Partisi, kendileri silâhlanarak ihtilâl yapma yolunu tercih etmişlerdir.

27 Mayıs öncesi C.H.P. ise, Silâhlı Kuvvetler içine siyasî fikirler sokmak suretiyle ihtilâl yaptırmak isteyen bir partidir.

C.H.P. 1946 yılından itibaren, 1960 yılına kadar, 15 yıl zarfında, Türkiye''de yapılan bütün seçimleri kaybetmiştir. Ve bu hal, Sayın Sıtkı Yırcalı''nın, Yassıada Mahkemesi esnasında söylediği gibi, evde kalmış bir kız gibi, C.H.P.''yi hırçınlaştırmıştır.

Ve seçilmek ümidini kaybettiği için, Silâhlı Kuvvetler içerisine siyaset sokarak, ihtilâl yaptırmak istemiştir. Bunu temin için yalanlar uydurmuştur. Devrin iktidarını şaşırtmak çalışmaz hale getirmek için türlü taktiklere başvurmuştur.

Zamanın iktidarı da, CHP.''nin gayesine hizmet edercesine, bu tahriklere kendisini kaptırmıştır. Ve neticede, ihtilâlin şartları tahakkuk etmiş, Türk Silâhlı Kuvvetleri içerisinde, bir takım siyasî fikir ve kanaatlar hasıl olmuştur. Ve Silâhlı Kuvvetler mensupları, bu fikirlerini, mevcut iktidarın tatbik edemeyeceğine inandığı ve gücü de yettiği için, 27 Mayıs İhtilâli doğmuştur.

İsmet İnönü''nün 27 Mayıs İhtilâli''nden sonra, ''Halk Partisi bu ihtilâlin ne içinde, ne de dışındadır'' demesi çok enteresandır. Bu sözün mânası şudur:

C.H.P., 27 Mayıs İhtilâli''nin yapıcısı değil, fakat hazırlayıcısıdır.

HAFTAYA
: İhtilali yapanlar ve hazırlayanlar
14 yıl önce
İki Türlü vatanperverlik
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...