|
Yaralı parlamentodan çıkış

Türkiye'de sistem değişiyor. Uzun süredir yapılan müzakereler ve tartışmalar sonucunda buna doğru gidiyoruz. Özal ve Demirel ile başlayan başkanlık sistemi tartışması 2012 yılında Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun çalışmalarıyla devam etti. Son bir yılda yeniden hız kazandı. Bir kişinin keyfi ya da bir kesiminin hayalleriyle ortaya çıkan bir arayış değil bu. 140 yıllık “yaralı parlamento” tecrübesinden sonra buraya vardık. 1876 yılında başlayan parlamento maceramız yılların çoğunu darbeler, istibdat rejimleri, tek parti otoriterliği gibi süreçlerle doldurdu. Sadece Abdülhamit döneminde 31.5 yıl kapalı kaldı. 1923-1950 yılları arasında yine CHP tek parti egemenliğiyle yönetildi. Demokrasiye, siyasal katılım ve çoğulculuğa yer verilmedi. Bir de 1960 darbesi ile gelen darbe geleneği var. Bunlarla parlamenter demokrasiye balans ayarı verildi. 28 Şubat'ın paşası ne diyordu? “Demokrasiye balans ayarı verdik”.



Türkiye'nin parlamenter demokrasinin başka önemli bir çıkmazı da ağırlıklı olarak “atomik çoğulcu” bir niteliğe sahip olması. Atomik çoğulculuk, aşırı siyasal parçalanma demek. Bu siyasal çoğulculuğun aşırılığında bir irade ortaya çıkmıyor. Bundan dolayı sık sık yeni hükümetler kuruluyor. Kısa ömürlü hükümetler bunlar. Ortalama ömürleri 1.5 yıl düzeyinde. Koalisyonlara gebe bu hükümetler ciddi iç tartışmalarla yıpranıyorlar. Bundan dolayı Türkiye'de sivil siyaset devlete hakim olamıyor, onu çalıştıramıyor ve milletin hakimiyetini temsil edemiyor. Peki o zaman kim yönetiyor?



Atomik çoğulcu siyasal yapı, toplum nezdinde sivil siyaseti de beceriksiz ve iradesiz bir varlığa dönüştürüyor. Buradan çıkamayan irade devleti yönetemeyince ve halkı devlete hakim pozisyona taşıyamayınca devreye bürokrasi giriyor. Düzen İdris Küçükömer'in dediği gibi askeri ve sivil bürokrasi ile yönetiliyor. En önemli kararları bunlar alıyor. Devlet bunlarla özdeşleşiyor. Atamayla gelen, uzun bir bürokratik ve elitist gelenek içinde yetişen kendi varlığını bu ilişkilere borçlu hisseden ve dolayısıyla halktan özerk ve kopuk hareket eden bir yapıdır bu. Cumhurbaşkanı, halkın seçtikleriyle parlamentoda ortaya çıkan ve bürokrasiye hakim olmaya yönelen arayışlara karşı bir denge unsuru olarak iş görüyor. Yani bürokratik oligarşi düzeni, istemediği bir şey Meclis'ten gelince Cumhurbaşkanı aracılığıyla onu bloke ediyor ve sistemine müdahale edilmesini engelliyor. 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığında 367'yi ortaya atan Sabih Kanadoğlu tam manasıyla bunu ifade eder. Daha önce Demirel, 28 Şubat darbecileriyle iş tutması ve yine Ahmet Necdet Sezer'in bürokrasiden gelmesi ve onları temsil etmesi bu açıdan somut örneklerdir.



Yaralı ve atomize çoğulcu parlamenter sistemin bu yapısını millet, başkanlık sistemi olgusuyla aşmaya yöneliyor. Bu sistem aracılığıyla bahsettiğimiz sorunlar çözmeyi vaat ediyor. Başkanlık sistemi ile beraber Türkiye yeni bir siyasal tarihe ve siyasal sisteme geçiyor. Halk hem Cumhurbaşkanı'nı seçecek hem de Meclis'i. Cumhurbaşkanı artık bürokratik oligarşinin elinden alınmış olacak. Yürütme, yaralı parlamentodan kaynaklanan boşluk nedeniyle bürokrasinin oligarşisiyle devam etmeyecek. Yürütme halkın seçtiği irade ile gerçekleşecek. Yürütme hantal ve çalışmayan bürokrasiye de hız verecek. Devlet hızlı çalışacak. Meclis ve bürokrasi arasındaki bölünme ve uyumsuzluk giderilecek. Kuvvetler ayrılığı bir ağalık sistemine dönüşmeyecek. Yüksek yargının kendini Meclis'in/yasamanın yerine koyup kanun koyduğu günler geride kalacak. (Başörtü konusunda bunu yapmıştı). Cumhurbaşkanı kendini bürokrasiye değil, halka hesap verecek konumda algılayacak. Çünkü onu halk seçecek ve yine seçilmek için halkın karşısına çıkacak. Bundan dolayı halkı memnun edecek çalışmalar yapmakla sorumlu hissedecek kendisini.



Türkiye'nin sistem değişimini istemeyenler eski statükonun devamını isteyenlerdir. İdeolojilerini, yaşama ve gelecek tahayyüllerini onunla özdeşleştiren kesimlerdir bunlar. Bununla beraber, başkanlık sistemini getiren muhafazakar kadroların ontolojik varlıklarıyla ilişkiyi sorunlu gördükleri için tepki veriyorlar. Cumhuriyetin sadece onlara ait olmadığı gerçeği ile karşılaşmak istemiyorlar. Laikliğin istedikleri gibi düzen adına dövmek için işe yaramayacağını gördükleri için tepki veriyorlar. Onlar varlıklarını, hep muhafazakarların kontrolde olmalarına bağlıyorlar. Onların kontrollerinde çıkan ve devleti yöneten muhafazakarlar olunca dünya başlarına yıkılıyor. O nedenle başkanlık sisteminin içeriğini tartışmak yerine bunu gündeme getiren lideri ve kadroları hedef alıyorlar.



Başkanlık tartışma ve müzakerelerle beraber önemli uzlaşmalarla bugüne geldi. Bu uzlaşmanın merkezinde laikçiler yok. Muhafazakar ve milliyetçiler var. Çünkü toplumun ezici çoğunluğunu onlar temsil ediyor. Diğerleri bu uzlaşmanın çeperinde yer alıyorlar. Bütün kavga da bu zaten. Yani büyük değişmelerin merkezinde yer alanlarla çeperinde yer alanlar arasındaki mücadele.




#Başkanlık sistemi
#İdris Küçükömer
#Bürokrasi
7 yıl önce
Yaralı parlamentodan çıkış
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!