Söyleyeceklerim bendenizin haddimi aşan bir konudaki şahsi düşüncelerimden ibarettir. Buna tefelsüf de diyebilirsiniz.
r. Akide konuları bellidir ve öğrenilmesi kolaydır. Bunlara herkes Kur'an-ı Kerim'in ve onun açıklaması olan Sünnet'in anlattığı şekliyle inanır ya da inanmaz. Bu kaynaklarda olanlar doğru anlaşılır ve anlatılırsa ön yargılarla ve yanlış bilgilerle şartlanmamış olanların doğası bunları kabule hazırdır. Çünkü insanın fıtratı/ilahî formatı buna uygundur. Programın olduğu gibi sunulması yeterlidir, sistem onu hemen tanır ve kabullenir.
Resulüllah Efendimiz buyurur ki, “
".
Din, Allah'ın gönderdiği vahiy, yani Kur'an-ı Kerim'dir. Sünnet vahyin, isabeti Allah tarafından onaylanan uygulamalı açıklamasıdır. Kur'an-ı Kerim'i Sünnet örneğiyle yaşayarak öğrenme çabasına '
' etme, yani işin inceliklerini kavrama denir. Bir Kur'an kavramı olan
ameliyesi sonucunda ulaşılan bilgi fıkıhtır ve fıkıh Kelamullah'ı Sünnet örneğiyle doğru anlamanın adıdır. Tefsir ve hadis ilmi bunun yardımcısıdır. Resulüllah'ın Abdullah bin Abbas için yaptığı '
' duası, onun Kur'an-ı Kerim'i çok iyi anlayan biri olmasıyla karşılık bulmuştur. Sıradan müminler için din, akideden ve fıkıhla belirlenen amelden ibarettir.
ise dinin akide kısmına yapılan saldırıları önlemek için zorunlu olarak doğmuştur ve
, ülkesini düşmanlardan korumayı hedeflediği sürece gereklidir ve herkesin kelam bilmesi gerekmez. Asker bazen sivil hayata müdahale edip baskı uygulayabilir. Yeni bir rejim ve ideoloji dayatabilir. Böyle olursa işler karışır, ülkesini korumada gerekli olan asker, milletinin değerlerine müdahale ederse zararlı da olabilir.
Dinin, sıradan olmayan insanlar için elbette bir de tefekkür boyutu vardır. Yani Selefi kardeşlerimizin sandığı gibi din sadece nasların zahirinden ibaret değildir.
Çünkü naslar, kıyamete kadar olacak olan her şeyin hükmünü açıklamış değildir, zemine ve zamana göre insan aklına bırakılan boşluklar vardır. İslam'ın mütefekkir âlimleri o boşlukları doldurmaya ve oralara başka düşüncelerin sızmasını önlemeye çalışırlar, geleceğe ışık tutarlar.
Başka kültürler buralara sızarsa İslam ümmetinin kan dokusu bozulur.
Ancak bu tefekkür felsefeden farklı bir şey olmalıdır. Felsefenin sabit doğruları yoktur, onda aklın mutlak özgürlüğü ve filozofların düşüncelerinin en öncelikli referans görülmesi vardır. Tefekkür ise varlığı 'Allah'ın adıyla' okumadır. Bunda akıl sadece bir araçtır. Bu durum tefekkürün yalın ve derinliksiz olduğu anlamına gelmez.
Bu farklılık tefekkür eyleminin de çok boyutlu olduğunu gösterir. O halde bunlara neden felsefe demiyoruz, sorusunun cevabını vermiş sayılırız.
Felsefe de fıtri bir eylemdir, hiç olmaması savunulamaz. Ancak yukarıdaki benzetmemizi sürdürürsek
Varlığınızı ona bağladığınız zaman gelip içinizde konuşlanabilir ve sizin milli çıkarlarınıza müdahale edebilir. O zaman mesela ABD gibi çok güçlü olmanız ve bu birlikteliğin inisiyatifini kendi elinizde bulundurmanız gerekir. Aksi halde ondan zarar da görebilirsiniz.
İşin bir de ilginç ve paradoksal tarafı vardır ki, siz felsefeye zararlı deseniz de onun zararlarını, Gazali gibi yine ancak felsefe ile önleyebilirsiniz. Demek ki felsefe olmadan da olmaz. Mesele, gençlerimize İslam'ı anlatırken programlarımızda felsefeye hangi aşamada ve ne kadar yer vermeliyiz meselesidir. Yüksek lisans ve doktora aşamasında felsefe bilmeden günümüzü anlamamız zordur. Önemli olan felsefeden dine değil, dinden felsefeye gitmektir. Kelam da öyle.
Felsefeye bu kadarcık bir çimdik attığımız zaman, hadi kelamcıları ve felsefecileri mazur görelim, bazı hadis ve fıkıh üstatları dahi, bizi eleştiriyorlar demiyorum, bize kızıyorlar. Oysa bendenizin bu görüşlerini de bir felsefe sayabilirsiniz. Sonuçta yine sizin dediğiniz olmuyor mu?
Bulan öbürüne haber versin.