|
Gayri medeni karşılaşmalar - III

Mekan, Maltepe 50.Yıl Parkı. Semt halkı için her geçen gün biraz daha güzelleşen; içinde mangal yakılmasına izin verilmediği için çocuklar için salıncak, kaydırak; gençler ve orta yaşlılar için yürüyüş parkuru, kedili, köpekli, bol kargalı, kuş cıvıltılı, çam kokulu bir mekan.



Fakat o da ne? İlköğretim okulu plastik sandalyeler ve masalarla parka adeta bir çıkarma yapıyor. Yapsın. Yeni nesil piknik deyince de sandalye tepesini ve dört başı mamur, açık büfe şeklinde hazırlanmış masayı anlıyor. Fakat mekana hiç uymayan ses sistemini kurmaya kalkmak da nedir?



Okulun bahçesinde yapacağın “gösteri”yi parka taşımak nasıl bir yordamsızlık ve görgüsüzlüktür!



Ses bir, iki, üç, ses.



Pazartesi, Salı, Çarşamba, ses deneme.



Sabahın bütün dinginliğini ve huzurunu, görmemişin oğlunun bir ses düzeni olmuş kabalağına esir etmek istemediğim için, girişte kurulmaya çalışılan yapay gösteri salonundan hızla uzaklaşmaya çalışıyorum.



Gittiği piknik alanına ses düzeni kurmaya kalkan okul idarecileri, bir zahmet öğrencilerine pikniğe giderken nasıl bir kıyafet giymeleri gerektiğini söyleseymiş diyeceğim de... Onlar zaten piknik alanına ses düzeni kurmaya meraklı olduğu için, çocuklar da sahne kıyafetleri ile gelmişler.



Hayatımız, bize her yer sahne kıvamında yaldızlanıyor.



Hayır bana ne diyeceğim de... Diyemiyorum işte. Parlak kumaş üzerine yerlerde sürünen tül ile kaplı -yani ancak kendi kına gecesinden ya da nişanında giyebileceği- kıyafet, altında gizli dolgu topuk, dili dışarda spor ayakkabılardan giymiş 13-14 yaşlarında bir kız. Eyvah şimdi şu köpeklerden korkup kaçmaya başlayacak, ayağı eteğine takılacak, şuradan aşağı yuvarlanıp gidecek diye düşünürken... Pikniğe şifon tül karışımı uzun etekle gelmiş kızımız, tepeden tırnağa siyahlar giymiş abayeli orta yaşlı kadın ile birlikte parka henüz dikilmiş begonvilleri toplamaya başladı.



Kır çiçeği değil bildiğiniz begonvilleri topluyorlar. Sadece begonvillerin çiçeğini kır papatyası gibi toplamakla kalmıyorlar, onlarcasının da üzerine basıyorlar.



Şimdi bu nedir? Çiçek sevgisi desem değil. Tabiat sevgisi desem değil.



Her şey benim olsun, benim elimde can versinden başka bir anlamı yok bu yaptıklarının.



Şimdi şu siyahlar içinde kendini pek dindar pek takvalı bulan “hanım kardeşimiz”e yaptığının ayıp ve dahi günah olduğunu söylemeye kalksanız size dünyayı dar eder.



Bir şey demiyorum. Diyemiyorum. Ya sabır deyip yürümeye devam ediyorum.



II-


Birlikte yaşamak diye ağzımıza sakız bir kelime var ya... Birlikte yaşamak deyince aklınıza ağaçlar, kuşlar, börtü böcek bilumum hayvan gelmiyorsa sizin insan olarak sıkıntınız var demektir.



Çiçeği doğduğu yerde sevenlerden değil de ille kendi evinizde, kendi saksınızda kendi tekelinizde görmek istiyorsanız bilin ki sizinki çiçek sevgisi değil. Sadece ve sadece sahip olma tutkusu.



Kadıköy'de bir AVM önü. Kalabalık. Bahçede hoş bir canlı müzik var. Müzik o kadar güzel ki orada dilenmeye çalışan Suriyelilerin yüzüne bile bir tebessüm kondurabiliyor.



Müzisyenlere ve kendini müziğin hoşluğuna bırakanlara bakarken bir kadın dikkatimi çekiyor. Altmış yaşlarında, kırmızı ceket, beyaz pantolon giymiş boynuna kırmızı beyaz puantiyeli bir fular bağlamış, fönlü kızıl saçları ile kendi yaşında stil ikonu gibi dolaşan bir kadın adeta. Etrafına şöyle bir bakınıyor. Sonra çantasından halk arasında “ameliyat eldiveni” olarak bilinen çok kullanımlı bir eldiven çıkarıyor. Bir eline itina ile eldiveni geçiriyor. Bendeki heyecan doruk noktasında. Bu kadın şimdi burada ne yapacak? Bir ara cep telefonumu çıkarıp vidyosunu çeksem mi acaba diye düşünüyorum. Sonra içimdeki sese teslim oluyorum. Şu an kadına kendi gözümle bakmak gözlem olur ama onu bir makinaya kayıt etmem röntgenciliğe girer.



O da ne! Kadın AVM'nin önündeki koca beton saksının içinden çiçek çalıyor. Evet evet çalıyor. Bunun başka bir anlamı yok. Kimseye çaktırmadan ve fakat planlı olarak gerçekleştirdiği bu çiçek çalma işini bir an durdurmak, değmez hanımefendi şu yerinden yurdundan ettiğiniz çiçek her yerde sadece 1.5 TL'ye satılıyor desem mi acaba diye düşünüyorum. Sırf kadını kendi yaptığı eylem ile yüzleştirmek için. Fakat kadının kleptomani hastası olabileceğini düşünüyorum. Eline eldivenleri geçirişi, etrafına şöyle bir göz atması, toprağı ile birlikte kaldırdığı çiçeği oldukça profesyonel bir şekilde çantasına yerleştirmesine bakınca, bir çiçek hırsızı ile değil de kuyumcudan mücevher çalmaya niyet etmiş bir insanla karşı karşıya olduğumu düşünüyorum.



Diyorsunuz ki peki ne oldu sonunda.



Bir şey olmadı o kadın benim zihnime yerleşti kaldı. Yerleşince ne mi oldu, çiçekleri ezen, çalan insan resimlerinden bir albüm oluşmaya başladı.



III-


Mekan Üsküdar. Parklar ve bahçeler müdürlüğü birbirinden güzel güller dikmiş. Güllerin hiç yaprağı yok neredeyse. Hepsi açmış. Pembe, kırmızı. Ben bakmaya kıyamıyorum. Çocukluğumdan güle dair bir sürü menkıbe, hikaye geliyor. Tefekkürün kapısı gül ile açılır, karanfil ile nihayetlenir bende.



Fakat üç kadın, yaşları 30-35 arası ikisi başörtüsünün üstüne birisi sarı saçlarının üstüne kondurduğu güneş gözlükleri ile sırayla güllerin içine girerek poz veriyor. O anı fotoğraflamaya kalkıyorlar. Hangi anı mı? Onlar için “işte oradaydım” anı, benim için güllerin katili olunan o an pozu.



IV-


Karşılaştığım bu üç olayı nereye mi yerleştirdim? Tabiat ile selamlaşmayı hiç öğrenememiş insan davranışı olarak yerleştirdim. Bu insanlar şehirli desem değil, köylü desem değil.


#Mekan
#Yaşam
8 yıl önce
Gayri medeni karşılaşmalar - III
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle