|
Günah paydası bizi eşitler mi

Kamusal alanı dindarlar ile paylaşmaya razı olmayanlar, ahlaki zaaflar söz konusu olduğunda neden çok gayretli oluyor? Dindarlar özellikle cinsel konularda zaaf gösterdiklerinde neden “a siz de bizim gibisiniz, yok aslında birbirimizden farkımız” eşitliğine davet ediliyor?

Onların bu davetine şeksiz süphesiz koşarak evet biz de sizin gibiyiz yaklaşımı nasıl bir arka plana dayanıyor? Bu sorular önemli. Elbette cevapları da. Laikçi zihniyeti (ehl-i dünya), üst kimliğini dindar olarak ortaya koymuş insanların günahları çok ilgilendiriyor. Ahmet Taşgetiren''in ifadesi ile “onlar bizim günahlarımızı” çok seviyor. Sorun şu ki, günahlarımızı sevenler çıktı diye (günahlarımız için en çok sevinen ve günahlarımızı en çok seven şeytan biliyorsunuz) biz de günahlarımızı sevecek miyiz?

Mümin günahını sevemez. Çünkü günahı severek tövbe etmek mümkün değildir. Yaptığının yanlış olduğunu idrak ettiği an mümine düşen tövbe etmektir. “Olur böyle şeyler, bir tek ben miyim? Herkes yapıyor” diyerek işlenen günahı müdafa etmek imanı zayıflatır. Mümini mümin yapan amellerinden evvel imanıdır.

Ehl-i dünyanın (laik zihniyet), müminler ile günah paydasında eşitlenmek için tövbe bahsini bilmesi gerekiyor. Çünkü tövbe o kadar önemlidir ki, tasavvuf erbabı günah işleyip de aşk ile tövbe etmiş kişinin; günah işlememiş ve bundan dolayı kibirlenen kişiden daha üstün bir mertebede olduğunu söyler. Yani Allah indinde makbul olan kul hiç günah işlememiş olan değildir, ki öyle olsa idi melekler varlık mertebesi olarak Hz.Adem''in üstünde yer alırdı. Günah işleyip de aşk ile tövbe eden, tövbesine “ya af olunmaz isem” endişesini ekerek, Yaratıcı''sı ile arasındaki mesafeyi azaltmaya çalışan kul, makbul kuldur. Allah Teala müminin tövbesini sever. Aşk ile edilmiş tövbe yakıcı bir idrak basamağıdır çünkü.

Mümin günah işlediğinde, bunun nefsinin tuzağı olduğunu bilerek bir daha yapmayacağına söz verir. Makbul olan bu sözü tutmaktır. Ehl-i dünya ise işlediği günahtan pişmanlık duymaz. Zevk duyar. Mümin işlediği günahtan utanarak onu gizlerken, ehli dünya günahın zevkiyle ilgilenir. Bu zevk üzerinden bir hayat felsefesi/hayat tarzı geliştirir. Yapılan eylemin kötü bir şey olmadığını ispatlamak için antropolojik, sosyolojik, felsefi izahlar bulur. Günah işleme kapasitesi ile özgürlük arasında doğru orantı kurar. Mümin kusurlarından dolayı Yaratıcı''sından bağışlanma dilerken, ehl-i dünya kendi kusursuzluğunu ilan eder.

Aynı eylemi yapmış olmak, dünya ehli ile iman ehlini günahkar paydasında sabitlemez. Biri tövbe eden, öteki ise yaptığından gurur duyandır.

Ceza da mükafat da Allah''tandır. Allah indinde kime mükafat kime ceza geleceğinin bilinemeyeceği üzerinde durur, Resulullah Efendimiz.

Bu bakımdan tövbe üzerine hadis-i şerifler naklederek, İslam ahlakının, “ahlakçı” yaklaşımları engelleyen yapısını çok açık bir şekilde ortaya koyar.

Yazının başındaki sorulara geri dönecek olursak ehl-i dünya neden Müslimlere biz de sizin gibiyiz sizin yaptıklarınız yapıyoruz cümlesini bir itiraf cümlesi olarak söyletmek derdinde?! Efendimiz buyurur ki “Sizden biri kötülüğü eli ile dili ile engellesin bunlara gücü yetmiyorsa kalbi ile buğz etsin.” Yaşadığımız dünya itibariyle kötülüğü elimizle ve dilimizle uyarma imkanına her zaman sahip değiliz. Çünkü postmodern dünyada dinin dilini kullanmak çatışma vesilesi olarak algılanabiliyor. Bugün daha ziyade kötülüğe kalbimizle buğz etme, yani kalbimizle mesafe koyma noktasındayız. Kalbimizle mesafe koymanın ne faydası var? Kalbimizle mesafe koyduğumuz kötülükler bizim değerimiz haline gelemez. Kötülüğün değer haline geldiği toplumlarda her türlü yozlaşma mümbit bir alana kavuşmuş olur.

Günah paydasında eşitlenme daveti, müminlerin kötülüğe buğz etmesini engelleyici bir durum olarak projelendiriliyor velhasıl.

18 yıl önce
Günah paydası bizi eşitler mi
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz