|
Güzel yazmak ile saygınlık bazen yan yana yürümeyebiliyor...

Bir kaç hafta önce bir Perşembe gecesi Cihan Aktaş ile telefon üzerinden konuşuyorduk. Laf lafı açtı. Yeni yazarlardan eski yazarlardan bahsettik. Ben daha önce Cihan Aktaş'a, Sümeyra İkiz'in kendine has bir öykü atmosferi olduğundan bahsetmiştim.



“İlk öyküsünü okudum hoş gerçekten" dedi Cihan Aktaş. “Kalemi roman yazmaya elverişli."



Roman deyince eskiden okuduğumuz şimdi tekrar okuduğumuz romanlara vardı sohbetin yolu.



Cihan, Üç İstanbul'u okuduğunu söyledi. Roman ve dizi film uyarlaması deyince benim aklımdaki en çarpıcı örnek Üç İstanbul'un 1980'li yıllarda TRT ekranlarındaki görüntüleridir.



Osmanlı'nın son dönemi ile ilgili olarak zihnimdeki fotoğraflara uymadığı için “geçmişi kötüleyen" bir dizi olarak yerleştirmiştim zihnime Üç İstanbul'u. (Sonra hatıratlarla romanın çok uyumlu olduğunu acıyla idrak edecektim). Mithat Cemal Kuntay'a bir vakit mesafeli durdum. Ta ki onun kaleminden Mehmet Akif biyografisini okuyuncaya kadar. Beni en çok etkileyen biyografilerden biridir.



“Uzak Ülke: Fatma Aliye" romanını yazarken dönemin kadın hatıratlarını itina ile okudum. Okurken okurken dizi filmini izleyip nefret ettiğim Üç İstanbul'a, roman olarak döndüm...



Üç İstanbul'a roman olarak dönünce Mithat Cemal Kuntay'ın çağdaşlarındaki imajının peşine de düştüm. En çok da o kadar iyi bir roman yazdığı halde niye bir ikincisini yazmadığı sorusuna cevap arıyordum.



Mithat Cemal'in kendisinden “geriye kalan" olumsuz imajında, Münevver Ayaşlı'nın, Kuntay'ı indirgeyen satırlarını hiç unutmadım. “Haminne" Kuntay için görgüsüzlüğün el kitabını adeta satır satır inşa ediyordu. BİSAV'da kadın hatıratları üzerine verdiğim seminerde, Münevver Ayaşlı'nın indirgeyici dilini en ziyade Mithat Cemal üzerinden örneklendirdim.



Cihan Aktaş ile konuşurken Mithat Cemal bahsi adeta yeniden nüksetti. Arayanlar bulmaz, bulanlar yalnız arayanlardır sözünün gölgesi düştü ertesi gün.



Cuma öğlen saatlerinde başka bir kitabı alırken ne vakittir göz teması kurmadığım kitap yere düştü. Mahir İz, Yılların İzi. Rastgele bir sayfa açtım. Sanki akşam yarım kalan sohbete ben de dahil olmak istiyorum der gibi Mahir İz'in Mithat Cemal Kuntay ile ilgili yazmış olduğu satırları buluverdim karşımda.



Mithat Cemal'in ardında bıraktığı olumsuz imaja bu defa da Mahir İz Hoca'nın satırlarında rastlayınca dur bakalım dedim kendi kendime. Dur bakalım bu işin sonu nereye varacak.



Mahir İz'in satırlarında ne mi çıktı karşıma? Gül hatırınız için alıntılıyorum. Buyurun:



“...Akif Bey üstadım Mısır'a gittikten sonra bana yazdığı mektuplarda Mithat Cemal Bey ile görüşmekliğimi istediği için görüşmek üzere Midhat Cemal Bey'in noterlik dairesine gittim. Fakat gönlüm istemedi, kendimi tanıtmadan döndüm. Aradan uzun yıllar geçti, bir gün Abbas Halim Paşa'nın kerimesi Prenses Emine Hanım tarafından Fuad Şemsi, Yahya Kemal, Fazıl Ahmed, Faruk Nafiz Beylerle beraber Büyükada'ya davet edilmiştim. Anadolu Kulübüne uğrayıp Mithat Cemal Bey'i de aldık. Tavla oynamaya meraklı olanlar oyuna başladılar; Mithat Cemal Bey tavla oynarken Fuad Şemsi Bey, istihfaf ve istiskal edercesine konuşmaya başladı, Fuad Şemsi Bey, aradığı hüviyete sahip olmayan kişileri kırmaktan çekinmezdi.



Mithad Cemal Bey'in 1918 yılında Harb Mecmuası'nda neşredilen Kimdim? ve Meçhul Askere isimli manzumeleri hafızamda yer ettiği için, teessür ve heyecanla Fuad Şemsi Bey'e “Midhat Cemal Bey'in yazdıklarını yazacak var mı?" deyip Kimdim? manzumesini okumaya başladım.(...)



Mithat Cemal Bey tavlayı bıraktı, hayretle beni dinlemeye başladı. Manzume bitince yanıma gelip heyecanla ellerime sarıldı ve “Mahir Beyciğim, bu manzume bende yok" dedi ve istedi. Yazıp verdim. Kısa bir müddet sonra Cumhuriyet gazetesinde Mithat Cemal Bey'in Kimdim? şiiri neşredildi. Fakat tanıyabilene aşk olsun. Şair Mithat Cemal Bey unuttuğu ve benden isteyip aldığı o haşmet dolu manzumesini yirmi lira karşılığında –otuz beş sene evvelki yirmi lira- yeniden yazarcasına sadeleştirmiş, o eski tantanalı ifadeden eser kalmamıştı. Bu, kendi evladını eliyle katletmek gibi bir şeydi. Daha sonra Meçhul Askere manzumesinin de aynı akıbete uğradığını büyük bir teessürle gördüm."



Velhasıl gök kubbe altında yeni bir şey yok. Kabiliyet ile saygınlık, şöhret ile saygınlık pek nadir birlikte yürüyor.




#Mithat Cemal
#Üç İstanbul
#Cihan Aktaş
#TRT
7 yıl önce
Güzel yazmak ile saygınlık bazen yan yana yürümeyebiliyor...
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon