|
Kentsel dönüşümden payıma düşenler ve merhum Orhan Okay’ın mektubu
-I-

Oturduğumuz apartmana yaklaşık bir yıl önce bitişik nizam bir bina yaslandı. Yaslandı evet. Bütün yükü ve dahi bütün kötü mühendisliği ile yaslandı.

Kent imar planında evvelinden yapılması gereken şey, bitişik nizam evlerin arasına en az yarım metre şartı getirilerek evlerin birbirinin üzerine yük bindirmesinin, birbirinin üzerine tehlike bindirmesinin önüne geçilmesi olmalı. Siz istediğiniz kadar evinizi itina ile yapın sizin binanıza yaslanan hatalı bir yapı, Allah muhafaza, bir deprem anında sizin binanızı da risk altında bırakabiliyor.



Duvarımıza bitişik bina hızlı bir şekilde yapılırken orada oturacaklar adına endişeliydim ama dairemizin başına gelecekleri kestirmem mümkün değildi.

Duvarımıza yaslanan bina göz açıp kapayıncaya kadar bitti. O kadar acele yapılan binanın bütün faturası bizim oturduğumuz daireye çıktı. Müteahhittin bitişik nizam bina uygulamasındaki imar hatasından dolayı çatımızın saçak izolasyonları parçalandı, çatımız ve duvarlarımız su aldı. Deprem görmedik çok şükür ancak İstanbul’un yağışı yan binanın hatası yüzünden bizim evin içine akıyor aylardır. Yaptıkları işin akıbetini görmeleri için sorumlulara evimizi gösterdik. Verdikleri hasarı görmemeyi tercih ettiler.

Duvar boydan boya kitaplıkla kaplı olduğu için hasarın boyutlarını “GÖREMİYORLAR HERHALDE” diyerek duvardan kitaplıkları sökmek ve bütün kitapları kolilere yerleştirmek zorunda kaldım. Binlerce kitabın kolilere yerleştirilmesi ve o yerleştirilecek kolilerin temin edilmesindeki sıkıntıyı size anlatmayacağım.

-II-

Size yan binanın verdiği hasarın sıkıntılarını değil bu vesile ile karşılaşmış olduğum çok başka bir şeyi anlatacağım. Yorgunluğumun ve kederimin içine doğan bir merhemden bahsedeceğim. Her sıkıntılı anın içinde bizi bekleyen o saadet anından bahsedeceğim.

Kitapları toplarken, kitapların arasına sanki bir kitap gibi yerleştirmiş olduğum minik bir kutunun içinden iki mektup çıktı. Birisi aynı şehirde yaşadığım arkadaşımdan gelen 11 sayfalık bir mektup. Benim Moskova’da olduğum dönem gün gün bana mektup yazmış aziz dostum ve ben döndükten sonra Suadiye’deki adresime posta ile göndermiş. Zamanın elinden kurtarılmış birkaç sayfa ne mucizevi bir şey. Bir mektup hem arkadaşımın hem de benim hayatımdan bir kesiti, bir anı muhafaza etmişti.

Diğer mektup merhum Orhan Okay’dan. İlk kitabım
Acı Deniz
’den sonra yazmış hocam. Mektubu okudum. Bir sayfalık mektubu belki on defa arka arkaya okudum. Okudukça ağladım. Ağlarken kendimi de gördüm. Zarfın içinden sadece değerli hocamın mektubu çıkmadı. Benim kendisine yazdığım cevabi mektup da çıktı.

Merhum hocamın mektubuna yazdığım cevabın kopyasını almışım. Kopya nüshayı görünce elektrikli daktilo ile yazarken yazdığım kağıtların arasına karbon kağıdı koyup kopyasını aldığımı hatırladım. Gece yarısı küçük bebeğimi uyutunca yazdığım yazıları hatırladım. Üst kat komşumuzun zarif bir şekilde daktilonun sesini duyduklarını ima edişini hatırladım.

Merhum hocamın mektubunu değil de kendi yazdığım cevabi mektubu paylaşacaktım sizlerle. Çünkü hocamın mektubu hocamın mahremiydi.

Merhum Orhan Okay Hocama, bana gönderdiği mektuptan herkese mutlulukla bahsettiğimi söyleyince “paylaşabilirsiniz” demişti. Hiç paylaşmadım. Benim en kıymetli evrakımdı. Bunca yıl bu “ruhsatı” dahi unutmuştum.

Dün akşam birden o konuşmayı bulup getirdi zihnim. Demek ki hocam o satırları paylaşmamı istiyor diye düşündüm.

Mektubu rahmet vesilesi olarak dikkatinize sunuyorum. Buyurun:

Levend, 26 Haziran 1996

Aziz Fatma Hanım,

Kitabınızı gönderirken ilk sayfaya yazdığınız ve beni çok bahtiyar kılan o güzel cümlenizden sonra, mektubumun başlığından size kızım diye hitap etmem iyi olurdu. Kafamda kelimeler epey gelip gittikten sonra böyle yazdım. Büyük oğlumla aynı yaştasınız, ne güzel.

Biraz geç cevap yazdığım için özür dilerim. Doğrusu, elime geçtikten sonra kitabınızı ilk birkaç gün içinde okudum. Ama şu satırları yazmak için bir zaman eşref saati bekledim. Geldi mi, bilmiyorum. Bu “hay ü huyi hayat” içinde Acı Deniz bana tatlı bir iksir gibi geldi. Hemen hemen aynı günlerde Nazan da Hermann Hesse’nin Sidarta’sını göndermişti. Bir birine yakın iki dünyanın mistik lezzetlerini beraber tattım. Ve trende, otobüste her ikisi de beni şehrin zalim kaosundan sıyırdı. Teşekkür ederim.

Türkçeyi güzel kullanıyorsunuz. Siz belki böyle düşünmezsiniz ama, benim kafamda konuların, tarz ve üslupların kategorileri vardır, hatta insanların bile. Önümdeki her yeni süjeyi, kitabı, insanı, eşyayı ve her şeyi, bu kategorilerden birine sokarak rahat ederim. Belki hocalığımdan gelen bir alışkanlık. Sizinki, bana Matmazel Noralya’nın Defteri’nden, Ayverdi’nin Yusufçuk’undan, Maistre’nin Cüzamlı’sından uzak –yakın çağrışımlar yaptırdı. Belki bunlardan okumadıklarınız bile vardır. Ama mistik metinlerin kendilerine mahsus özel tarzları var, sizinki de onlardan biri. Kaleminizin gücünün devamı için duacıyım. Denemelerinizi de okuyorum. Onlarda hikayelerden daha başarılısınız. Kaldı ki hikayelerinizde de deneme, hatta şiir karakteri ağır. Mustafa’yı da Nazan’ı da romana sevk etmeye çalıştım, olmadı. Size de teklif edeyim. Deneyin. Gerçi bu hikayelerin bir takım organik bağlarla bir roman yapısı gösterdiği düşünülebilir. Ama uzun nefesli bir romana, romana ihtiyacımız var. Bu yok, biliyor musunuz ?

Size başarılar diliyorum. Yeni çalışmalarınızı okumaktan zevk alacağım. Acı Deniz’i de bir defa daha, bu kere duygularımı değil, zihnimi çalıştırarak okuyacağım. Allah’a emanet olunuz.

Orhan Okay

Meraklısı için not:
Mektupta adı geçen üç kitabı okumamıştım. Bilmiyorum neden, hâlâ okumadım.
#Kentsel dönüşüm
#Orhan Akay
#Mektup
#Acı Deniz
5 years ago
Kentsel dönüşümden payıma düşenler ve merhum Orhan Okay’ın mektubu
Kamu personel sistemimizin temel sorunları nelerdir?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü