|
Romandan korkmak!

Nobel Edebiyat Ödülü''nün tadını çıkarmalıyız diyenler, romandan korkan Türk okuyucusu gerçeğini sanırım göz ardı ediyor. Türk okuyucusu romandan korkar (Bu korkusunda çok haksız olmadığını başka bir yazının konusu yapalım). Edebi bir korku değildir bu, çünkü şiirden korkmayan, yazılmış olanı yani öyküyü değil de, anlatılmış olanı yani hikayeyi seven Türk okuyucusundan bahsediyoruz. Korkmanın bütün nüanslarını yardıma çağırarak kullanıyorum bu fiili. Bu korku zaman zaman “bizde roman yoktur” savunmasıyla dile getirilir ki iyi ki yoktur anlamı gizlidir esasında bu “yoktur” tespitinde.

Tam da bu noktada ufkumuzu açacak bir kitap: Dücane Cündioğlu''nun “Bir Mabed Bekçisi”. Ancak adanarak yapılması mümkün olan bu incelikli çalışmayı, pek çok açılardan ele almak mümkün. En genel çerçeve Cemil Meriç''in Balzac''a, Cündioğlu''nun mütercim Cemil Meriç''e olan hayranlığı. Mütercim Cemil Meriç olarak ayırmamın sebebi yazarın bizzat kendisinin üç farklı Cemil Meriç portresi hazırlamakta olduğunu haber vermesi. “Bir Mabed Bekçisi”nin satır aralarından anlıyoruz ki mütercim Cemil Meriç''e duyulan hayranlık, münekkit ve özellikle de mütefekkir Meriç kitaplarında yerini rasyonel bir mesafeye bırakacaktır.

Meriç, Balzac''ı çevirmek için ne kadar dikkatli, titiz ve muhabbet üzere yol alıyorsa; Cündioğlu da adeta Cemil Meriç''in ayak izlerine basarak Mütercim Cemil Meriç''e varmak için aynı itinayı ve titizliği gösteriyor. Bu titizlik sayesinde, “duvarlarından yıldızlar görünen” odalarda, parmaklarını sigara dumanlarıyla ısıtan mütercimin acılarını ta yüreğimizde hissediyoruz. Yayınevlerinin klasikleri talan eden tercüme çalışmalarının gündem oluşturduğu ve yazarın oğlu Mahmut Ali Meriç''in babasının kitaplarına yaptığı “katkılar”ın tartışmaya yol açtığı günlerde, bu his içimizi yangın yerine çeviriyor.

Ama bendenizi en çok etkileyen, vakti zamanında merhumun kendi sesinden dinleme bahtiyarlığına eriştiğim Türkiye''de roman niye yoktur kısmı oldu kitap boyunca. Cemil Meriç sevilmek için yazdığını söyler. Beğenilmek için. En ilginç olan ise hayranı olduğu Balzac''a rağmen roman aleyhtarı olduğu satırlardır. Kendisi de roman yazmak istemiş, fakat romanın ifşaya dayalı olan yapısından dolayı yazmadığını söylemiştir. Daha da ileri giderek romanın hastalıklı toplumlara ait olduğunu ifade etmeye kadar götürmüştür eleştirinin sınırlarını. Meriç''in bu görüşü sağ çevrelerde baş tacı edilmiştir. Esasen bir iki kişi bu görüşlere karşı çıkmıştır ama, hakim tavır bizde roman yoktur üzerindeki ittifaktır. Bizde roman yoktur, önce “bizde roman asla olmamalıdır”a, daha sonra ise çok roman yazılmaya başlandı (çok roman ve çok kötü roman) “hastalıklı bir toplum mu olduk” paranoyasına evrilmiştir.

Tanpınar da bizde roman olmadığını söyler. Ne var ki o romanı büyütür “biz” i küçültür. Meriç, bizde roman yoktur derken “biz”i büyütüp romanı küçültmek istemiştir. Bu iki tavır, dairenin birbirine en uzak olan başlangıç ve bitiş noktaları gibi aynı zamanda birbirine yakınlığı da içerir.

Kendini anlatamayacağı için roman yazmadığını söyleyen Meriç; esasında kendini anlatmaktan çekinmediği, kendini yazdığı her şeye katabildiği için denemelerindeki o yakıcı üsluba kavuşmuştur.

Gerek, Cemil Meriç''in sağ çevrelerde kendini var kılmaya çalışırken bizde roman olmadığını seslendirme üslubu üzerinden, gerekse Orhan Pamuk''un almış olduğu Nobel Edebiyat Ödülü''nü tartışma biçimimiz üzerinden şu soruyu sormamız gerekiyor: Sağcı, milliyetçi, İslamcı çevreler (hidayet romanları) neden romandan korkmaktadır? Romandan korkmak insandan korkmak değil midir? Neden roman kahramanları söz konusu olduğunda ille de siyah ve beyaz kahramanlarla sınırlanmak ister muhafazakar okuyucu? Bu sorunun cevabı esasında pek çok tavrın anlaşılmasını da mümkün kılacak. En önemlisi de dini ilkeleri estetik bir üslup içinde güncellememize vesile olacak diye düşünüyorum.

Tasavvuf kitaplarının en önemli bahsi insanı anlatan kısımdır. Bir eliyle meleklerin, bir eliyle şeytanın elini tutan insanı. Hiç kimse ne pür beyazdır ne pür siyah. İnsandan umut kesilmeyeceğini anlatır bize tasavvuf ehli. Bu bilgiyi unutunca takvanın propaganda aracı olabileceği ve “gösterilebileceği” yanılgısı çıkıyor ortaya. Halbuki takva gösterilme kastı taşındığı anda riyaya evrilen bir durumdur. Bütün bunların romandan korkmak ile alakası var!? Çok alakası var. Edebiyat ve özellikle roman(iyi roman) bizim hayata karşı bağışlık sistemimizi güçlendirir. Bağışıklık sistemimiz güçlendiğinde hayattan ve insandan daha az korkarız.

18 years ago
Romandan korkmak!
Soma"daki fâcia ve bedeli
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!