15 Temmuz darbe teşebbüsü ve iç işgal girişimi sonrasında devletin hızla ve kararlılıkla aldığı önlemleri dışarıya anlatamadığına şahit oluyoruz.
Büyük bir felakete dönüşmek üzereyken milletin kararlılığı ve Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın liderliğinde püskürtülen darbe ve iç işgal girişiminin yakın coğrafyamızdaki yansımalarını takip etme şansım oldu bir kaç gündür.
Size en yakıcı olanını aktarmak istiyorum.
Türkiye'yi sevenlerin FETÖ ve darbe süreciyle ilgili kanaatlerinde bile “tuhaf” bir yaklaşım söz konusu.
Mesela, darbe teşebbüsüne karşı çıkanların bazıları, KHK'ların hızla çıkarılmasında “art niyet” arıyorlar.
Onlara, “Boza bizim ensemizde pişiyor” dediğimde...
“Buradan bakınca” diye başlayan ve Türkiye'de olup biteni anlamayan cümleler duydum.
Devlet uzunca bir süre Türkiye'nin PR işlerini de FETÖ'ye ihale etmişti ya.... Onların sadece Washington'da ya da Brüksel'de lobicilik yapmadığına bir kez daha şahit oldum.
Yakın coğrafyamızda “Türkiye dostları”nı bile hala etkiliyorlar.
Sadece FETÖ'cüler mi?
Hayır! Ne yazı ki hayır!
Türkiye'yi seven ve hala gözü Türkiye'de olan etkili görevlerde bulunan, entelektüel birikime sahip insanlar ne yazık ki yaşadığımız büyük badireden hala bihaber.
Ve onların kulaklarına üfleyenler sadece FETÖ'cüler değil.
in yine yakın coğrafyamızda “diktatörleşme eğilimi” ve “tek adamlık” söylemleri üzerinden Türkiye'deki
nin kara propagandasını yaptıklarını görünce, insan ister istemez irkiliyor.
Son 8 yılda epeyce çok sayılabilecek oranda
na katıldım. Toplantıların bir çoğunda hükümet adına önemli bakanlar da vardı. Bazılarına ise başbakan da katılmıştı. Hatta Mehmet Ali Birand'ın, Ali Kırca'nın, Uğur Dündar'ın, Fatih Altaylı'nın da aralarında bulunduğu bir toplantıda (Ancormanler dönemi) hükümetin etkin
Bu çıkışın ardından başlayan tartışmada
demişti.
O toplantıdan sonra medya kuruluşları “terör” konusunda çok az bir süre kendilerine çekidüzen verdi ama o kadar...
Öyle dönemler geçirdik ki, terörün asıl amacına hizmet eden yayınlarla, toplumu kamplara bölen, korku yayan, paniğe sevk eden yayınlara şahit olduk. Zaman zaman habercilik şehveti veya diğerlerinden geri kalmama adına biz de ister istemez bu tür yayınlar yaptık.
Bugün terörle mücadelede yeni br safhaya geçildi.
Bu yeni süreçte PKK'sı, DAEŞ'i, FETÖ'sü ortaklık yapıp Türkiye'de can yakıcı eylemler yaptı, yapıyor. Devlet de onlarla etkin mücadelede kararlılık gösteriyor, göstermeye de devam edecek.
Son olarak RTÜK, OHAL kapsamında yayınlanan bir Kanun Hükmündeki Kararname'nin (KHK) verdiği yetki ile televizyon kuruluşlarını uyardı. KHK'ya göre, terör eylemlerinin ekranda veriliş şekli üzerinden yayın kuruluşları ağır cezalara çarptırılabilinecek. Ayrıca, lisans iptaline gidilebilecek.
Hem KHK hem RTÜK'ün son uyarıları tartışma konusu oldu. Bazı medya kuruluşlarının “teröre destek verme arzusu” bir kez daha gün yüzüne çıktı.
Ama unutmayalım,
Medyanın terör olayları karşısında
gibi bir duruşu geliştiği anda Türkiye terörle mücadelede çok daha büyük bir başarıya imza atacaktır.
Olay yeri, yaralı ve ceset görüntüsü, panik havası ve olayı olandan daha büyük gösterme çabasından vaz geçmek, habercilikten vaz geçmek anlamına gelir mi? Sorumlu yayıncılık anlayışına göre gelmez.
Sadece şunu hatırlayalım yeter, 11 Eylül saldırılarında 3 bine yakın kişi hayatını kaybetti... Peki biz kaç ceset gördük? Ya da en son Fransa'daki metro ve stadyumda yaşanan terör saldırılarında eli yüzü kan içinde kaç yaralı gördük?
Çuvaldızını kendimize batırmanın tam zamanıdır. Zira, Türkiye hepimizin vatanıdır. Terörün vatanımızı teslim almasına karşı medya da üzerine düşeni yapmalıdır.