Asimetrik savaşta, propaganda araçlarının dili “doğru”yu söylememek üzerine kuruludur.
Faaliyet alanı genişledikçe, içerideki tehdit daha da büyür.
Peki, bütün bunlara karşı mücadele kabiliyetimiz nedir?
Yazının bu yerinde hiç alakası olmayan bir haberi alıntılamak istiyorum.
26 Aralık tarihli bir günlük gazetede 1.5 sütunluk bir küçük haber:
Başlık:
“
'Türkiye'de bulunan 18-45 yaş arası Suriyeli erkekler askere alınsın. Suriye için savaşsın' adı altına imza kampanyası başlatıldı.
(…) Suriyeli erklerin ülkelerine dönmesi gerektiği vurgulanan yazıda özetle şu ifadeler kullanıldı:
'Suriyeli erkekler (…) kaçarak canlarını kurtarmaya çalışmışlar, vatanlarını sahipsiz bırakmışlardır. Bu vatana ihanettir. Askerlik yaşındaki Suriyeli erkeler, başka ülkelerde dilenci mülteci konumunda onursuzca yaşamak yerine, temel askerli eğitimi aldıktan sonra, vatanlarına gönderilmeli vatanları için mücadeleye katılmaları sağlanmalıdır.
(…) Bu askeri eğitim, Genelkurmay Başkanlığımız önderliğinde rahatlıkla gerçekleştirilebilir. (...)”
operasyonu sırasında gelen şehit haberleriyle yüreğimizin yandığı bugünlerde böyle bir kampanyanın amacını varın siz düşünün…
Mesel böylece burada dura dursun.
üyesi olmak için ödediğimiz bedeli hatırlamakta fayda yok mu?
1950'de Kore Savaşı'na asker göndererek Amerika'ya göz kırptık. NATO üyeliğinin kapısı açılsın diye CHP iktidarı döneminde
Ağır bedel ödedik ve nihayetinde 2 yıl sonra Demokrat Parti iktidarında Türkiye NATO'ya üye oldu. Bir çok NATO üssü topraklarımızda kuruldu.
nden korunmaktı belki ilk hedef. 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra NATO üslerinin tamamının Amerika'nın kontrolüne geçmesi ise hiç tartışılmadı.
Çünkü, sürekli
algısı ile NATO'ya ve Amerika'ya örtülü operasyonlarla itildik, eklemlendirildik!
***
Zaman içiresinde gördük ki NATO'nun
üzerinden Türkiye'de yıllarca
faaliyeti yürütülmüş,
üzerinden
Hatta
desek yeridir.
sorusunun cevabı, elbette
olacaktır.
O halde ikinci soru
sorusunu sorsak çizmeyi aşmış olur muyuz?
***
Yine hiç alakası olmayan bir konuyu hatırlatmak istiyorum.
Beşiktaş'ta 38'i polis 45 vatandaşımızın, Kayseri'de 14 askerimizin şehit edilmesinde kullanılan bombaların fabrikasyon olduğu ortaya çıkmıştı. Dahası o bombalardaki düzeneğin Amerika'nın PYD/YPG'ye verdiği mühimmatların arasında olduğu ve Kobani üzerinden Türkiye'ye sokulduğu kayıtlara geçmişti.
Neyse bu da burada öylece dursun.
***
Bugün
diyenlerin babaları, dedeleri Türkiye'yi bugünlerde yalnız bırakanların koruyucu şemsiyesi altına girmek adına 721 şehidin verildiği Kore Savaşı'na katılmayı savunmuşlardı. Ve o zaman ne beka sorunumuz, ne sınır ihlalimiz, ne de sınırlarımızın içine akıtılmak istenen terör belası vardı!
üzerinden yürüyen
faaliyetleri Türkiye'de her 10 yılda bir darbeye, sık sık istikrarsızlığa ve nihayetinde “yönetilemez ülke” algısının oluşmasına neden olmuştu.
Hem terör ve tedhiş hareketleriyle, hem ekonomik ve politik manevralarla bu operasyonları yönettiler.
Türkiye bugün müttefiklerimizin(!),
dır.
Her enstrümanla, her vasıta ile hedefe koydukları Türkiye'yi vurmanın hesabını yapmaktalar.
Suriyeli erkeklerin askere alınması gibi çok masumane kampanya ile
“El Bab'da ne işim var” sorusu üzerinden toplumsal dokumuzda
DAEŞ ve Haşdişabi gibi terör örgütleri üzerinden yaşanan vahşeti
bir tartışma ile Türkiye'ye taşımaya çalışanlar…
PKK terör örgütünü “Kürt” kimliği üzerinden okumaya kalkışanlar…
Dahası, PYD/YPG terörizmini, silah ve mühimmatla besleyenler…
Türkiye'yi hedef tahtasının siyah noktasına koymuştur.
Şimdi anladık mı “seferberlik çağrısı”nı?