|
Vefalı Türk geldi yine

Doğudan batıya birçok ülkeye haber için gittim. Çoğunda tercihim ceddimizin de ulaştığı yerlerdi. Gittiğim ülkelerde karşılaştığım insanlardan geçmişe dair bir çok hikaye dinledim. Dilden dile, nesilden nesile aktarılan hikayeler.



Mesela, Endonezya'nın

Açe Sumatra

adasına tsunami felaketinden sonra yolum düşmüştü yıllar önce de bir ihtiyar, Türk olduğumu öğrenince,

“Gel hele seni dedelerine götüreyim”

diye koluma girmişti.



17 KADIRGA İLE YARDIMA KOŞANLAR


Gittiğimizde okyanus kıyısına, kaybolmaya yüz tutmuş mezar taşlarını gösterip,

“İşte dedelerindir, ne kadar gurur duysan azdır. Biz de onlarla gurur duyuyoruz”

demişti.



Göz yaşlarıyla anlattığı şu hikayeyi unutmam mümkün değil:



“Bize Portekizliler musallat olmuştu. Savaştık. Ama gücümüz yetmedi. Sonunda hacılarla haber yolladık İstanbul'a, 'Bize yardım edin' diye. Yine bir gün işte tam şu karşıdaki boğazda (Hint Okyanusu'ndaki adanın sol tarafını işaret ederek) onların gemilerini durduralım diye savaşa tutuşmuştuk. Sizinkiler yetiştiler. (17 gemilik Osmanlı donanmasından söz ediyor) Portekizlilere birlikte vurduk. Onları cehennemin dibine gönderdik.”



Yaşlı adam, hem anlatıyor, hem gösteriyor, hem ağlıyordu. Sanki dedelerinin yaşadığı o savaşı o an Hint Okyanusu'nun kıyısında Osmanlı köyünün mezarlığında yeniden yaşıyordu.



Bir mezar taşının kıyısına oturup, dualar ettik, Kur'an-ı Kerim okuduk.



“SİZİN GELECEĞİNİZİ BİLİYORDUK”


Yine bir gün yolum Bosna'ya düşmüştü. Saraybosna'da savaştan sonra Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın öncülüğünde kurulan bir üniversite var, Uluslararası Saray Bosna Üniversitesi. Üniversitenin ilk öğrencilerinden biri sevgili kardeşim Abdülhamit ile Başçarşı'da oturuyorduk. Konu “Neden burada kaldın?”a geldi.



Uzatmayayım… Abdülhamit şöyle söyledi, “Ağabey, ben de bütün öğrenciler gibi burada okulu bitirip Türkiye'ye dönmeyi düşünüyordum. Bir gün, okuldaki hocalarımdan biri beni eski bir Boşnak evine götürdü. Eve girdiğimde Türkiye'deki köy evlerinden farkı yoktu. Köşede eli yüzü tertemiz bir ihtiyar oturuyordu. Selamlayıp elini öptük. Bizleri gönünce,

'Sizleri çok bekledik. Ne zaman geleceksiniz diye yollarınızı gözledik. Çocuklarıma, torunlarıma hep geleceğiniz günü anlattım. İşte şimdi geldiniz'

dedi. Bu yaşlı Boşnak'ın bize yüklediği anlam beni burada kalmaya ikna etti” diye anlattı.



400 YILDIR BEKLEYEN YÖRÜKLER: “DEVLET BİZE BEKLE DEDİ BEKLİYORUZ”


Makedonya'nın başkenti Üsküp'te eski çarşıda bir çay ocağının kapısındaki birkaç iskemleye çökmüş çay içiyorduk. Türkiye'den bir uçak dolusu adam gitmiştik. Sağımızda solumuzda da epeyce insan çay kahve içiyordu. Ben hararetli hararetli eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yaptığımız bir programda kendisine “Doğu Makedonya'nın köylerinden ne işiniz vardı?” diye bir soru sorduğumu ve onun verdiği cevabı onlatıyordum… O ana kadar fark etmediğim ama hemen sağımda oturan orta yaşını epeyce geçmiş, kravatlı takım elbiseli, tıraşlı biri ayağa kalktı. Bana döndü, “kalk” dedi. Kalktım. Beni sımsıkı sardı. “Şimdi hemen hazırlan. Seni Makedonya'nın köylerine Yörük köylerine götüreceğim. 400 yıldır 'Devlet bize burayı bekle dedi' diyerek bekleyenlere götüreceğim” diyerek ağlamaya başladı.



“BEKLENEN VEFALI TÜRK GELMİŞ”


Afrika'ya giden Deniz Feneri ekibinden bir arkadaşım anlatmıştı. Sahra altında bir Orta Afrika ülkesinde bir kara derili ihtiyar

, “Vefalı Türklerin bir gün geleceğini biliyorduk”

demiş!



Vefalı Türkler, bir gün gelecek…


Neden bu örnekleri anlattım biliyor musunuz?



Pazar akşam saatlerinde,

Suriye'nin El Bab

kasabasından bir görüntü düştü ajanslara. Görüntüde, bir

küçük çocuk uzaktan Türk askerine el sallıyor

. Asker, çocuğu yanına çağırıyor. O an hazırda ne kadar çikolata, kraker, bisküvi varsa veriyor. Başını da güzelce okşuyor. Ve çocuğu gönderiyor.

Çocuk mutluluktan uçarcasına evine yöneliyor. Yarı yolda geriye dönüp yeniden Mehmetçiğe el sallıyor.


Sosyal medya hızla yayılan bu görüntüler üzerine yapılan en güzel yorum neydi biliyor musunuz?



“Beklenen vefalı Türk gelmiş!”


Sömürge çağında sömürgeci olmayan. Güçlünün değil hep mazlum ve haklının yanında yer alan. Gerektiğinde 15 bin km ötedeki kardeşine 17 gemi ile yardıma koşan. Ve o gemidekilerin hiç birinin geri dönmesini beklemeyen.



Her gittiği yeri imar edip, yerel dilleri, dinleri, örflere dokunmayan.



“Burayı bekle” dendiğinde çocuklarına, torunlarına, nesilden nesile o çağrıyı aktarıp 400-500 yıl yerinden ayrılmayan…



Merhamet, vefa, şefkat dağıtan ceddimize yakışan sözdü

“Vefalı Türk”


Şimdi o söz, bugün yeniden vücut bulmaktadır.



Vefalı Türk yeniden, beklenen yere gitmektedir!

#Vefalı Türk
#Balkanlar
#Osmanlı
#El Bab
7 yıl önce
Vefalı Türk geldi yine
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık