Dönüp bakınca ne görüyorum? Dünyanın içinde, insan sayısı kadar dünya daha var. Bu dünyaların her biri soru işareti olarak karşımızda duruyor. Sözgelimi ağaçları tanırsınız; çiçek açar, meyve verir, yaprak dökerler. Peki, bir insanı tam manasıyla tanımak mümkün müdür? Yıllarca beraber olursunuz da, sonra öyle bir şey yapar ki, şaşırır kalırsınız. Yazık dersiniz, tanıyamamışım.
Bir gün, gerçek mizacını mutlaka ele verir. Sarımsağı gelin etmişler de, kırk gün kokusu çıkmamış. Devamı yok.
“Başkalarının derinliği” diye bir şey var. O sularda yüzüyor veya yüzmeye çalışıyor, lakin derinliğini göremiyorsunuz.
(Silik Fotoğraflar, Sayfa 25) Galiba böyle. Bir noktadan sonra, insana yaklaşmak pek mümkün olmuyor. Hele büyük insanlara, hiç.
Sözgelimi, Muzaffer Serkan Aydın'la karşılaştığımız vakit, ondan gelen dost kokusunu hemen aldım. Bu kokuyu gördüm bile diyebilirim. Burada, belki de bir ilhamdan veya yüksek kaderden bahsediyoruz. Fakat çoğu zaman, hatta her zaman, işler ve ilişkiler bu denli kolay yürümüyor. Süheyl Ünver'den ödünç alarak, 'yüksek kader' deyişim bundan.
Dost kokusuna rağmen, Muzaffer Serkan Aydın'ı ne kadar tanıyorum, tanıyabildim? Elimde, ipucu olarak, sadece şu söz var:
Bir insanla tanışmak, tanış olmak, hatta onu anlamak; o insanı tanımak anlamına gelir mi? Elbette gelmez.
Şimdilerde buna, “izlenim” diyoruz. Dünyanın hatır üzerine kurulu olduğunu düşünürsek, izlenim, bir anda anlamını yitiriyor.
O ilk karşılaşmada, gözümüzün tutması, birinci şarttır. Göz tutar, gönül ısınır. Öte yandan, ilahi ölçü, kırkta birdir. Muhtemelen, kırk kişiyle tanışıyor, bir kişiyle dost oluyoruz.
Sonuç itibariyle, dost da olsanız, kırk yıl birlikte de yaşasanız, bir insanı ne kadar tanıyabilirsiniz? Artık çözdüm, bütün hususiyetlerini biliyorum, diyebilir misiniz? Kendi adıma, evet, diyemem. Tanıdığımızı sandığımız kişiyi bazen tanımakta zorlanırız ya, aslında bu, bütün meselenin özüdür, özetidir.
İnsan olmanın basit ve ince özellikleri bile, artık meziyet sayılıyor. Böyle bir devirden geçiyoruz. İnsan ilişkileri dahil, her şey doğal mecrasından, yani aslından uzaklaşıyor. Adeta, hep birlikte yalnızlık çekiyor; toplu bir burukluk yaşıyoruz. Hayatımıza her gün yeni insanlar giriyor ve hızla çıkıp gidiyorlar. Hesaplar ve hayatlar günübirlik olunca, öncelikler sıklıkla değişince, ilişkiler de uzun ömürlü olamıyor. Bir insanla kalbî münasebet kurmak, neredeyse mucizelere kalmış görünüyor.
İnsanın derinliğini yahut karmaşasını, bu dizelerden daha iyi ne anlatabilir?
Evet, insan kısım kısım, y er damar damar. İnsanları yakından tanıdıkça, kiminin altını, kiminin üstünü çizmek zorunda kalıyoruz. Aslına bakarsanız, 'yakından tanımak' da meseleyi çözmüyor. Birlikte olduklarımızla ilgili bunca şaşkınlığı, bunca üzüntüyü, onları yakından tanıdığımızı sandığımız için yaşıyoruz. Belki de bundan dolayı, hiç kimseyi yakından tanıdığımı iddia edemem, edemiyorum. Sadece kendimi tanımaya çalışıyorum. Henüz ciddi bir gelişme kaydettiğimi de söyleyemem.
Ne yazarsak yazalım, eksik kalıyor, yeterli olmuyor. Tesellim ise şu: İnsanları tanımak da ancak bu kadar olabiliyor.