Hayat, öğrenmeye niyeti olmayanlara da bir şeyler öğretir. Bundan kaçamazsınız. Dışında kalamayacağınız nice olay yaşanır. Ne kadar iyi olursanız olun, kötü gelip sizi bulur. İmtihan.
şu hakikatin altını çiziyor:
Devamı: “Bu tablo bizi ürkütmelidir.” O halde soralım: Ürküyor muyuz? Başımıza gelebilecek felaketlerin farkında mıyız? Muhtemelen değiliz. Vaziyetin vahâmetini kavramış olsaydık, birbirimize bu kadar hor davranmazdık.
Artık öğrendik:
Adını anma lüzumu duymadığımız malum siyasetçinin üslupsuzluğu üslup edinmesi, biraz da bundan kaynaklanıyor. En sevdiğim tavırlardan biri: Değmez.
Lacivert dergisinde Kemal Sayar'la yapılmış kıymetli bir söyleşi okumuştum. Konumuzu ilgilendiren kısmı. Acı gerçek:
Hangi birini sayalım? Selânik, Üsküp, Kırım, Karabağ… Şimdilerde, listeye yeni beldeler eklenmek isteniyor. Söylemeye dilimiz varmasa da, bunları biliyoruz.
Aynı söyleşiden defterimin payına düşen:
Selânik. Beyaz minareler şehri. İşgalcilerin ilk icraatı, o minareleri yıkmak olmuştu. Ezan kesildi, memleket gurbette kaldı.
Okuduğum birçok hatıratın, kurtuluş serüveninin, muhacirlik hikâyesinin özeti şu: Uzaktan görünen beyaz minare ve kavak ağaçları.
Nihayetinde geldiğimiz yer. Daha doğrusu yapılmak istenen şey: İslâm coğrafyasında emin belde bırakmamak gayesindeler. Güven ve güvenlik duygusunu yok etmenin peşindeler. Direnme iradesi ve kuvveti gösteren ülkeleri, gerekirse parçalamak niyetindeler.
***
Bir ateş denizinin içindeyiz. Atalarımız, denize düşmekle ilgili bir sözü, üç farklı seçenek sunarak söylemiş: Denize düşen yılana sarılır. Denize düşen köpüğe sarılır. Denize düşen kılıca sarılır.
Yılana / batıya sarıldık ve bu hale geldik. Köpük, umutsuzluk durumu. Geriye tek şık kalıyor:
Neredeyse üç asırdır yaşanan:
Yabancılardan / yalancılardan medet umdukça budanıyor, küçülüyor, zayıflıyoruz.
Bizi (İslâm âlemi) daha büyük fenalıklar, musibetler bekliyor olabilir. Çaremiz, umudumuz elbette var.
Asıl hüner, esas mesele; tehlikeyi görmek, göstermek ve önlem almaktır. Bugün, kardeş kavgasının da ötesinde, bir kan davası çıkarılmak isteniyor. Sünniler ile Şiiler, Kürtler ile Türkler arasında. Geçimsizliğin şiddetlisi bile anlaşılabilir, fakat bu başka.
Evet, milletçe, ümmetçe ayakta kalma, yıkılmama, fitneden kurtulma mücadelesi veriyoruz. İslâm İşbirliği Teşkilatı'na üye olan ülkelerin, birçok nedenden dolayı kader birliği yapması gerekiyor. Türkiye, inancım odur ki, yürüyüşü başlatacak tarihi tecrübeye ve samimiyete sahiptir.
Bunu da kendimize söyleyelim:
Sadece günümüzü değil, bunu da görürüz. Ayrıca hatalarımızı anlar, eksiklerimizi tamam etmeye çalışırız. Örnek: Birkaç aydır daha iyi anlıyoruz. Azerbaycan'a haksızlık etmişiz. Ciddi ihmal olmuş. Özür.
***
Türkiye vurgusunu çok sık yapmamız, bazı kardeşlerimize sıkıcı gelebilir; gelmesin.
Turgut Cansever anlatıyor: “
Aslî tercihlerini çok yakın bir zamanda terk etti. Dolayısıyla, aslî tercihlerin tartışmasına en kolay girebilecek ülkelerden bir tanesi. Bu itibarla, başka bağları da henüz teşekkül etmiş değil. Şansımız bu işte!” (Ev ve Şehir, İnsan Yayınları, 1994, sayfa 250.)
Son yirmi yılda ülkemizde neler değişti, aslına kavuştu, özüne döndü, biraz düşünelim.
Bunun bir bedeli olacaktı, oluyor. Onu ödüyoruz.