Birbirine yakın gibi görünen birçok şey, aslında başka dünyaların kavramlarıdır, duygularıdır. Örneğin azim ile hırs.
Azim; çalışmak, çabalamak ve nasip deyip hakkına razı olmaktır.
Hakkımız olup olmadığına bakmadan. Kimden alıp almadığımızı düşünmeden. Sonuçlarıyla hiç ilgilenmeden. Bu yüzden azim yapıcı, hırs yıkıcıdır. Birincisi mazlumlara, ikincisi zalimlere has gibi geliyor bana.
Bazı kimseler azim ile hırs kavramlarını birbirine karıştırıyor. Azimli birine hırslı diyebiliyor. Toprak ile arsa, yapmak ile yıkmak, imrenmek ile kıskanmak, beğenmek ile gözü kalmak, harf ile rakam nasıl birlerinden başkaysa, bu da öyle. Sayıyı harflerle yazsanız da sonuç değişmez. Mesela üç bin beş yüz lira. Değişti mi? Hayır.
Edebiyat meşgalesi içinde şahitlik ettiğim ilk durum, yetenekli insanların azimli olması, yeteneksiz kimselerin ise hırs taşımasıdır.
Hemen olmak, almak, varmak.
Bir diğer şahitliğim: Ahlâkî zaafları, insanî eksiklikleri bulunan şahısların hırslı çıkması, yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Hayatın her alanında ve ânında. Dikkat ederseniz şahıs dedim, şahsiyet demedim. Hırsız, hırstan geliyor.
Bir emekli vaizi korkunç vaziyetlere sürükleyen, ona akıl almaz işler yaptıran, yüksek hırsıdır. Dava kisvesine bürünmüş kirli hırs. Biz ise temiz niyet ve salih amel diyoruz. O halde şöyle yazabiliriz:
***
İşte bu azim, bize Selimiye, Süleymaniye gibi azimetli eserleri yadigâr bırakmıştır.
Her iki hali de görmüş, yaşamış bir milletiz.
Tarih, Moğol sürüsünün taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmadığını yazar. Bunları kitaplardan okuyorduk. Sadece zulmün değil, emperyalizmin ana kaynağı da hırstır. Yıkıcı sonuçlarını ise günlerdir Halep şehrinde yaşıyoruz. İnşallah, azim, hırsı yenecektir. Çünkü hep yenmiştir.
***
Eski örneklerimiz güzel ve anlamlı. Şimdi durum nedir?
Oturduğumuz beldede yemyeşil bir tabiat parçası vardı. İçinde sular, söğütler ve türlü canlılar. Adeta son sığınak. Sonra bir proje uyguladılar. Oradaki hayatı tamamen yok ettiler. Yaptıkları konutları 'yaşam başladı' diye pazarlıyorlar. Bunun bize bir şey anlatması lazım. Anlatıyor mu?
Bir deneme daha yapalım: Kasımpaşa'daki Piyâle Paşa Camii, Mimar Sinan'ın en aziz eserlerinden biridir. Yoldan bakınca derin bir görüntü verir, dokunaklı bir manzara oluşturur. Başka bir yerden de görünmez zaten. Çünkü yüksekte değil, düzlüktedir. Tek cephesi açıktır. Turgut Cansever, kıymetini bilmediğimiz birkaç camiden biri olarak görür onu. Mimari açıdan çok değerlidir, biriciktir. Başka benzeri yoktur. Bilge mimara göre, Bursa'daki Ulu Cami de böyledir.
Şimdi, caminin hemen önündeki yeşil alana, yani açık olan tek cepheye, sırayla lüks binalar yapılıyor. Bir iki sene içinde oldu her şey. Bu güzide cami, kesinlikle görülmeyecek şekilde, yüksek duvarlarla (bitişik nizam binalar) çevreleniyor. Bir pencere gibi kalan son toprağa da şantiyeyi kurmuşlar. O bina da biterse, kuşatma tamamlanıyor.
Diyeceğimiz şudur: Yalnızca o binaları yapmak değil, bu duruma müsaade etmek yahut kayıtsız kalmak da hırstır. Evet, sözümüz meclisten içeridir. Kime değerse değsin.
Yazdıklarımız hırs bahsine uzak gelebilir. Oysa çok yakın.
Yok ederek yürüyen, sadece menfaatini düşünerek ilerleyen.
Bir örnek de günlük hayattan verelim ki, nereye doğru gittiğimiz iyice anlaşılsın.
Bir arkadaşımız hastalandı. Erkenden hastaneye götürdük. Saat yedi otuz. Acil servisin önünü kapatmayacak şekilde arabamızı park ettik. Buna özellikle hassasiyet gösterdik. Hastamızı doktorlara teslim edip dışarı çıktık. Yirmi dakika oldu olmadı. Bir baktık, araba yok. Çekici çekmiş. Sabahın erken saatlerinde ve hastanenin içinden. Ne desek boş.
Biliyoruz.
Sadece kendisi ve kazancı. Üzücü olan, artık bunun örgütlü hale gelmesidir. Paylaşılmak üzere havuzların oluşturulmasıdır.
Madem hasta dedik, hastane dedik, buradan bitirelim:
Varsa da ben bilmiyorum.