Tartışmasız bir şekilde, devletin canını ve milletin hayatını hedef alıyorlar. Bu 'hayasızca akın' karşısında ne yapmalıyız? Evvela safları sıklaştırmamız ve umudumuzu korumamız gerekiyor. Umudumuz, aynı zamanda yurdumuzdur. Yurdumuzu koruyalım.
Yeni bir döneme girdik ve ilerliyoruz. Bize yüksek bedel ödetmek isteyen alçaklar var. Amansız düşmanlık karşısında, öncelikle birbirimize sahip çıkalım.
Ölçümüz bu olsun. Eksiltmeyelim, çoğaltalım. Eleştiriyi, kırgınlığı erteleyelim.
Zorlu bir süreç başladı. Ne zaman bitecek, bilmiyoruz. Tarihi günlerden ve gecelerden geçiyoruz. Dar geçitlerden. Kafile (millet) dağılmamalı. Derli toplu ve sağlam durmamız icap ediyor. Ya tarih yazacağız, ya tarih olacağız. Öyle görünüyor ki bunun ortası kalmadı.
***
Osmanlı okumaları yaparken en çok etkilendiğim ve tekrar ettiğim dönem: 93 Harbi'yle başlayıp İstiklâl Mücadelesi'yle biten yıllar. 1877 ile 1923 arası.
Bir kısmını yazalım: Osmanlı-Rus Harbi, Türk-Yunan Harbi, Girit meselesi, Türk-İtalyan Savaşı, Birinci ve İkinci Balkan, Cihan Harbi, Ermeni isyanları, Mütareke, Sevr dayatması ve nihayetinde Anadolu'da tutunmak için verilen İstiklâl mücadelesi. Kırk altı yıl içinde Bursa, Edirne veya Erzurum'dan farkı olmayan nice kadim beldemizin kaybedilmesi. Sayısız vatan ve evladı.
Yöntem tamamen aynı olmasa da, tekrar böyle bir dönemi yaşıyor gibiyiz. Bu kez düzenli ordular yerine terör örgütleri ve işbirlikçiler tercih ediliyor. Maliyeti kıyaslanamaz bile. Tehlikesi az. Bedel ödemiyorlar.
Sözünü ettiğimiz yıllarda, savaşın ve sıkıntının biri bitmeden diğeri başlıyordu. Şimdi de aynısı oluyor. Yaranın birincisi kapanmadan ikincisi açılıyor.
Osmanlı Devleti'ni parçaladılar. Bugün ise Türkiye Cumhuriyeti'ni terbiye etmeye çalışıyorlar. Ülkemizin bir bölümüyle ilgili endişe taşımamız da terbiye işine dâhildir.
Her alanda gösterdiği iki yüzlülük. Çifte standart deyimi derdimizi karşılamıyor. İki yüzlülük iyi. Ayrıca inanılmaz bir kara propaganda. Gerçi inanan çıkmıştı ve çıkıyor. Abdülhamid Han ile Erdoğan arasındaki en büyük benzerlik bence bu. Her ikisi de Batı dünyasının ürettiği kara propagandaya maruz kaldı, kalıyor.
Yazdığımız ve yazmadığımız birçok nedenden dolayı, içinde bulunduğumuz döneme İkinci İstiklâl Mücadelesi diyoruz. Millî Seferberlik çağrısı, bu durumu tam mânasıyla pekiştirdi.
***
Anadolu, uzun bir yorgunluğun adıdır. Türkiye, gidecek başka bir yeri olmayanların ülkesidir. Çalışmak için yurtdışına çıkanlar bile, ilk fırsatta, köylerine / kasabalarına ev yaptırıyor. Mutlaka dönecektir.
Anadolu, son kaledir. Hatta iç kale. Doğal sınırlarımızın yahut surlarımızın Musul - Halep hattı olduğunu son zamanlarda daha iyi gördük, anladık. İstesek de dışında kalamıyoruz.
'Bizim oralarda ne işimiz var' diyenlerin önemli bir kısmı, 'bizim burada ne işimiz var' diyemeyenlerdir.
Şimdi bir cenderenin içindeyiz. Milletimiz bu cendereden alnının akıyla, gerekirse de bileğinin hakkıyla çıkacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.