|
“Yalnız hüznü vardır”

Kalbi “insanlarda dakikada 60 ila 80 arası atan, günde dokuz bin litre kan pompalayan, vücut ısısını, asit-baz dengesini sağlayan, temel vazifesi vücudun ihtiyaç duyduğu kanı dağıtmak olan hayati organ” olarak tanımlayan doktorlar haklı. En çok onlar haklı. Çünkü aramızdan bazılarının kalbin organ olduğunu hatırlıyor olması ve onun ilmini bilmesi iyidir. Vaktinden önce ölmeyelim ister tıp çünkü. Vaktinden önceki her ölüm tıp için “kabul edilebilir ve doğal ölüm listesi”nde yer almadığı için tedirgin edicidir. Ölüm üzerinde iktidarı vardır tıbbın ve bu iktidarı kimseyle paylaşmak istemez. Allah’la, hiç.

“Çünkü Allah, insanın kalbinden başka bir şey görmez. Bu yüzden kulun kalbinin her zaman ve sürekli temiz olması gerekir” diyen Endülüslü de haklı. Onun “kalp temizliği” dediği şeyi aklına gelen her herzeyi yiyip sonra “benim kalbim temiz” diyerek her şeyden sıyrılmak için kullanan aptalların haklı olma şansı yok tabii ki. Kalbi “bağsız ve sınırsız” olarak tanımlayan Endülüslüye göre kalbin bağsız ve sınırsız olarak temiz kalmasının yolu niyette paklık, ibadette devamlılık ve zikirde teslimiyettir zira. “Kulun kalbi” der o. Önce “kul olduğunu” bilerek, kulluğunun farkına vararak araştırır kalbini ve şöyle der: “Kulun kalbi Allah’ın hem hazinesi hem kütüphanesidir. Allah’tan gayrı her fikir ve düşünce hırsızlar topluluğudur ve kulun kalbini yağmalamaktır niyeti.” Bir anlasaydık “kalbinizi puthaneye çevirmeyin, oraya Allah’tan başkasını yerleştirmeyin” cümlesini. Tabii ki anlamadık.

Tabii ki anlamadık çünkü silahı en çok acıyan yerimize, kalbimize doğrultmayı hiçbir zaman göze alamadık. Ota Benga, silahı kalbine, en çok acıyan yerine doğrulturken haklıydı ve öldü. Biz kalbimize silah doğrultup tetiğe asılsak, yerini unuttuğumuz için onun, ıskalar ve yaralı kalırız. Ve bilinen şeydir: İnsan bir yaralar galerisidir ve en sevdiği yarayı kalbinden aldığı iddiasındadır ve gösterir yarasını herkeslere. Oysa yara, saklandıkça iyileşmez ve iyileşmedikçe “yarayla yaşamanın olgunluğu” gelir çöker insana. Ol sebeple diyebiliriz ki “bir kalbiniz vardır, onu tanıyınız” diyen şair, haklılıklardan haklılık beğenmelidir kendine.

Tanımayız fakat onu. Daha doğrusu tanımayı neredeyse esastan reddederiz. İki gelişmemiş egonun çarpışmasına da, iki iktidar sevdalısının itişip kakışmasına da, iki şehvet düşkününün öpüşüp koklaşmasına da “aşk” dememiz bundandır. O mübarek, o kutsanmış kelimeyi evimizden yani kalbimizden kovmamız da bundandır.

“Ah minel ışki ve halatihi / ahraka kalbi bi-hararatihi” diyen şair sabahtan akşama, Kurtuba’dan Bağdat’a haklıdır elbet. Çünkü aşk ve onun halleri insanın kalbini ancak ateşiyle kavurur. O aşksa şayet yanmaktan gayrısı yoktur. Gecenin dibinde bir örtüyle örtünüp dili damağa yapıştıran adam “kavrulmak” istemektedir. Kavrulur da. Sonunda örtüyü sıyırıp atacak kadar kavrulur. Çünkü aşk gelicek kalp gayrı örtü de istemez, perde de. Eli tespihli çocukların “belki yanar” diye ta karşı binadaki bir odanın camına gözlerini kilitleyip o cılız ışığı sabaha kadar beklemesi de ondandır böylece. Ve emin olunuz o iki eli tespihli de cennete girmenin yegâne yolunun bir kalbe girmek olduğunu bilmektedirler. Yalnızca cennet tasavvurları farklıdır ve ben bilmem hangisinin cennetinin doğru olduğunu.

“Bir denize düşen ölür dediler / ölür ise ko ki ölsün nolusar / aşk gelicek cümle eksikler biter / bitmez ise ko ki kalsın nolusar” diyen şair haklı olmasın da ne olsun? Ondan “Yunus” demişler ona. Ondan öğrendiydim ben “isteyene ver sen onu” demeyi. Aramızdaki fark şuydu yalnız. O evinden, kalbinden ses veriyordu ben taşramdan, dilimden… Öyledir. Kalp evdir, dil taşradır. Kalple dil arasında bir uyum olduğunda aşk dahi tamam olur. Ne ki bu uyumu yakalamak büyük devlettir ve ele geçirmek ah benim efendim, öyle zorludur ki Hayber’in kapısın “yektir Allah” diyerek yek elle söküp koparmak da öyle değil.

“Dünyanın yalan olduğunu şuradan anla ki ben bu aşktan ölürüm diyen hiç kimse ölmüyor” diyen o meczubun haklı olduğunu biliyorum ama bunu anlatmaya yorgunum. Ona “aslında ölüyor da kimse cenaze namazını kılmaya gelmediği için biz onu yaşıyor zannediyoruz be abi” demiştim de bana gülümsemiş “bir de bana deli derler” demişti.

Bana “deli” demezler. Bana “aşık” bile demezler artık. Bir kamu kuruluşundan emekli olup dünyanın sonunun gelmesini bekleyene bile deli demedikleri yer burası. Nerde kaldı benim delirdiğimi fark ede kimse?

#Aktüel
#İsmail Kılıçarslan
#Sosyoloji
#Psikoloji
9 ay önce
“Yalnız hüznü vardır”
"Zeki, eğitimli, güzel, sevecen, zengin dindar kadın" aranıyor...
Kafayı çizen adam
Milyarderlerin WhatsApp grubundan sızan bilgiler
Milli Görüş ruhundan selâm var
Son raund: Ev sahibi vs kiracı