|
Ebu Muhsin

Aslında tanışmamız gergin oldu. Pil almayı unutmuş bizim ekip. 'Şimdi ya Halep'te bulamazsak' dediler de başka bir şey demediler. Çarnaçar bizi almaya gelen Ebu Muhsin'e 'sür Antep içine' dedim. Astı suratını. 'Agabey. Şehir içinde Suriye plakalı araçlara laf edoor polisler. Ben gitmem' dedi. 'Amandır, yamandır, ceza yazarlarsa öderiz' falan dedim. 'İyi madem' dedi, sustu sonra.



Kilis kapısından Suriye'ye geçmeden önce dedim ki 'Ebu Muhsin, acıktık biz abi. Şuralarda bir yerde yemek yiyelim mi?' 'Paran çok mu abi' oldu cevabı. Anlamaz gözlerle baktığımı fark edince de 'hele kapıdan girek, Azez'de yerik. Hem bir kebap ki yimemişsindir daha önce.' Ardından gülümsedi. Böyle geniş, insan insan bir gülümseme.



O ziyaretimde de, sonraki bütün ziyaretlerimde de Halep benim için biraz da Ebu Muhsin demek oldu.



Bir Türkmen. 'Bin yıldır burdaymışık İsmail abi, bin yıl daha kalırık' diyerek anlatırdı Halepliliğini. Taksisiyle her gün Halep-Antep arası gidip geliyor. Bazen de benim gibi iş sebebiyle şehre gelmiş olanları gezdiriyor gün boyu. Asıl adı Abdulkadir. Fakat malum, bütün Arap şehirlerinde olduğu gibi Halep'te de evladının adıyla lakaplanırsın. 3 kızın ardından dünyaya gelen oğlu Muhsin'in adıyla lakaplanmış o da.



İki hikâyemizi unutamam Ebu Muhsin'le. İlki, çekim yapmak istediğimiz Halep saat kulesinin önündeki cadde için alacağımız izin. Zor değil, zordan da zor bir izin. Ebu Muhsin bir kolayını buldu ama. Emniyet müdürlüğündeki trafik amirine 'bu arkadaşlar Murat Alemdar'ın ekibi. Halep'i çekiyorlar. Beğenirlerse Murat Alemdar da gelecek buraya' dedi. Amir o dakika 'ona söyleyin, İsrail'in anasını ağlatmaya devam etsin' diyerek imzalamıştı izin dilekçemizi. Tam ifade 'anasını ağlatmak' değildi elbette ama çoluk çocuk da okuyor yazdıklarımı.



İkincisi de 'hadi bunlar ana kuzusu İsmail abi. Sen bu işten anlayan adamsın' diyerek bana yedirdiği ciğer. Tabloyu görmeliydiniz. Halep çarşısının içinde daracık bir dükkân. Dükkânın önünde kan yüzünden rengi değişmiş bir taş. Taşın üzerinde öylece bırakılmış bir ciğer. Ustaya 'bi ciğer yap' dediğinde gözünüzün önünde kesiyor onu. Baharata bulayıp ateşin üzerine salıyor. Öyle pis ki dükkân ve usta ve ustanın önündeki tezgâh. Bizim çocuklar 'tövbe yemem' diyerek kaçıştılar. Ebu Muhsin'i kıramadığımdan ben 'peki' dedim. İyi ki de demişim. Ben böyle leziz, böyle güzel ciğer yememiştim hiç. Ciğerin ardından 'işte şimdi Halepli oldun abi' deyip genişçe gülümsemişti Ebu Muhsin.



O akşam nerede oturuyorduk acaba? Nerede olacak? Nesimi'nin türbesinin yanındaki nargile kahvesindeydik. Sarmasından kuvvetli bir nefes alıp 'Muhsin çok hasta İsmail abi' dedi, 'kalbi diyor doktorlar. Zor diyorlar. Türkiye'ye götüreceğim bir iki gün sonra.'



Hemen telefona davrandım, Gaziantep Üniversitesi Rektörü Yavuz Coşkun hocayı aradım. 'Gelsin bana' dedi.



Gitti Ebu Muhsin. Zor, epeyce zor bir tedavi süreci başladı. Arada Halep'e gittikçe, hatta bazen ara uzarsa telefonla arayarak bilgi alıyordum. 'İyi olacak inşallah' diyordu her seferinde. Her seferinde sesindeki umut biraz daha azalıyordu.



Halep'e son gidişimde Antep Havaalanı'ndan beni yine Ebu Muhsin aldı. Sarıldık. Hal hatır ettik. 'Muhsin nasıl oldu?' diye sordum. Dağ gibi Abdülkadir abinin gözünden iki damla yaş süzüldü. 'Allah, yanına aldı Muhsin'i İsmail abi' diyebildi.



Halep'e girene kadar neredeyse hiç konuşmadık. Hava dağılsın diye 'bu Arap Baharı buraya da sıçrar mı Ebu Muhsin?' diye sordum. 'Sıçrar İsmail abi. Hem sıçramakla kalmaz. Çok kan akar. Çok zulmettiler Suriye milletine. Çok ah aldılar. Bu Suriye milleti bunların saraylarını başlarına yıkar' dedi.



Halep'te geçirdiğim iki günün ardından Şam'a gittim. Ebu Muhsin'i de son kez o yolculukta görmüş oldum. Şam'ı, Halep'i, Hama'yı, Humus'u, İdlib'i son kez gördüğüm gibi.



Sonradan birkaç kez telefonla konuştuk. 'Antep'teyim abi. Canımız sağ' demişti son seferde. Ardından telefon irtibatımız da koptu. Şimdi hali nicedir bilmem.



Sadece o değil. Aklıma bütün tanıdıklarım geliyor şimdi bu satırları yazarken. Şamlı Türkmen Önder abi, oyuncumuz Sami, sunucumuz Nur, Halep'teki taşıyıcımız Muhammed, arkadaşım Rıdvan, hatta Bektaş dondurmacısının yaşlı patronu, Naffara Kahvesi'nin hikâye anlatıcısı, İbn Arabi Türbesi'nin türbedarı ve elbette oradaki meczup.



Fakat en çok 'Allah, yanına aldı Muhsin'i İsmail abi' diyen Aldülkadir abi geliyor aklıma. Yavrusunu, vatanını, 'bin yıl daha kalırık' dediği Halep'ini bırakmak zorunda kalan Abdülkadir abi.



Bütün bunlar, bütün bu çılgınlık bittiğinde Suriye'den geriye Abdülkadir abi ve benzerleri kalacak. Tabii, 'Abdülkadir abi ve benzerlerinden geriye ne kaldı?' sorusunu soramam. Cevabını apaçık bildiğim sorular sormayı yakıştıramam kendime.


#Ebu Muhsin
#Suriye
#Yavuz Coşkun
#İbn Arabi Türbesi
7 yıl önce
Ebu Muhsin
Tevarruk
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler