|
Gülsüz Yasin

İstanbul ya da Anadolu'da bir yazma Kur'an'a denk gelen işin erbapları, Mushaf'ın kondisyonu için derhal Yasin Suresi'nin olduğu sayfayı açarlar. Zira Yasin Suresi biz Türklerin en çok okuduğu sure olduğu için Mushaf'ın yıpranmışlığı ile ilgili tam bir fikir verir.



Arap dünyasında kaleme çekilmiş bir yazma Kur'an'ın kondisyon durumunu aynı yöntemle tespit edemezsiniz. Edemezsiniz, zira Arap Müslüman kardeşlerimiz için Yasin Suresi'nin 'ekstra' bir önemi yoktur. Tamam. Fazileti, bereketi, feyzi boldur ama Kur'an'daki surelerden bir suredir onlar için Yasin. Her fırsatta okumazlar. Okunması için özel sebepler ihdas etmezler.



'Kim haklı' diye mi sordunuz? Magazin muhabiri olmalıymışsınız.



Epeyce bir zamandır 'din', Türkiye'de en çok konuşulan mesele. Özellikle Ramazan aylarında tavan yapıyor bu durum. Bunca dini tartışmanın bir türlü 'bereketli bir zemin'e dönüşmemesinin sebeplerini uzun uzun düşünmek durumundayız. Benim önceliğim şu cümlede: Usulsüz başlayan şeyden bereket hasıl olmaz. Usul olmayınca vusul de olmaz.



Tartışma, iki taraf arasında cereyan ediyor. Taraflardan birine 'tasavvufçu kanat', diğerine 'Kur'an İslam'ı kanadı' diyebiliriz kabaca.



Doğrusunu isterseniz, dertlerini 'Allah'ın indirdiği dini daha iyi anlamak' olarak kodlayan bu iki tarafın bıraksanız birbirlerini boğacak hallerinden fena halde sıkılmış durumdayım. Her fırsatta edepten, her fırsatta Kur'an ahlakından söz eden koca koca adamlar bunlar çünkü.



Yine de işin bu kısmına kulaklarımı tıkayıp bu tartışmanın bana ne katabileceği ile ilgilenmeye çabalıyorum. Başka türlü 'akıl ve din sağlığı'nı korumak zor çünkü.



Bence tartışmanın ek yerinde karşımıza kilit bir kavram çıkıyor: Kültür.



İslam dini bin dört yüz küsur yıldır aynı zamanda bir 'din kültürü' de üretiyor malum. Şurası bence önemli: Vahiy, elbette bu üretilen kültürden bağımsız olarak ele alınması ve anlaşılması gereken bir olgu. Lakin şurası da önemli: Bu kültürü dinden uzaklaştırmaya çalıştığınızda elinizde kalan şeyle bir 'dini hayat' ihdas edemiyorsunuz.



Teoride şöyle aslında değil mi: Vahiy, öyle net, öyle berrak bir şeydir ki anlaşılması bakımından Endonezyalı bir Müslüman ile Bosnalı bir Müslüman arasında ayrım yapmaz. İkisinin de vahye muhatabiyeti aynıdır ve ikisi de aynı sorumluluk bilinci ile mücehhezdir.



Peki durum pratikte böyle mi? Elbette hayır. Zira dinin ürettiği (ya da dinle birlikte üretilmiş) kültür bunun böylece gerçekleşmesine engel teşkil ediyor. Dolayısıyla biz mesela neredeyse bir ön kabul olarak Türk İslam'ı, İran İslam'ı, Afrika İslam'ı gibi kavramlara yaslanıyoruz bu farkı izah için.



Sözgelimi bütün Müslümanlara 29 gün oruç tutma şartı ile gelen Ramazan ayı Gazze'ye ışıklandırılmış sokaklarla, Malezya'ya bir takım şenliklerle, Türkiye'ye mahyalarla geliyor. Siz mahyaya 'vahye uygun değil' derseniz elinizde bir 'Ramazan neşesi' kalmıyor. Kuru, hatta kupkuru bir 'haramlar, helaller, şirkler, tekfirler, caizler, caiz değil'ler alanı kalıyor. Buradan da toplumu birleştirecek, bütünleştirecek, mayalayacak bir bereket hasıl olmuyor.



Doğrudur. Sadece kültürden ibaret bir din anlayışının insanı götüreceği yer aptal bir sağcılıktır. Fakat şu da doğru: Dinden, dinin ürettiği o büyük kültürel alanı almaya çabaladığınızda elinizde kalan şeyi yaşamaya kimseyi ikna edemezsiniz.



Buna şöyle bir örnek verilebilir: Dinle temasını 'Mevlid-i Şerif dinlemek' meselesine indirgeyen birinin aslında dinle değil dinin kültürüyle ilişki kurduğu açıktır. Bu, din bakımından faydasız bir çabadır. Ancak dinin emir ve yasaklarını bilip iyi kötü uygulayan birinin elinden Mevlid-i Şerif neşesini almaya kalkmanın da bir manası yoktur.



Belki biraz dağınık anlatıyorum. Aslında dağınık ve bir parça da güvensiz anlatmak gerekir böyle şeyleri. Çünkü etrafımız maşallah 'her şeyin en iyisini, en doğrusunu sadece kendisinin bildiğini zanneden' adamlarla dolu.



Bence bir Müslüman'ın kurması gereken cümle 'ben bu işi biliyorum' cümlesi değil, 'ben bu işi bilmeye çabalıyorum' cümlesidir. Çünkü çaba bizden, takdir Allah'tandır ve her şeyin en doğrusunu yalnızca O bilir.



Mesele Yasin ise, güllüsü de gülsüzü de dinin o geniş göğüne dahildir. Elindeki şemsiyeyi göğün tamamı zannetmenin de bir manası yoktur vesselam.


#Mushaf
#Yasin
#Mevlid-i Şerif
8 yıl önce
Gülsüz Yasin
Neyi kurban ettik?
Gökyüzünden düşen kuş cesetleri
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı