|
Macar Ahmet, Simon Robert’i nasıl yendi?
Arkadaşları tarafından kendisine 'hidayet makinesi' lakabı takılan bir adamdır bizim Macar Ahmet. Macar dediğime bakmayın. Kendisi, son derece kesin olarak Türkiyeli bir Zaza'dır. Çalışmak için gittiği Macaristan'da yıllar içerisinde 1500'ü aşkın insanın İslam dini ile tanışmasını sağlamış, hidayetlerine vesile olmuştur. Hayır. Hiçbir cemaatle, hiçbir dernekle, hiçbir vakıfla doğrudan bir bağı yoktur. Macaristan'da ağırlıklı olarak genç ve entelektüel düzeyleri yüksek isimlerle bir araya gelmiş, onlara bıkıp usanmadan İslam'ı anlatmıştır. Birken iki, ikiyken on, onken bin olmuşlardır. Bugün Macaristan'da sayılarının üç bini aştığı söylenen bir genç kuşak Macar Müslümanlar topluluğu varsa bu büyük oranda Ahmet'in tebliğ çalışmaları sayesinde gerçekleşmiştir.

Peki, başlıkta adı geçen Simon Robert kimdir? O da, yaptığı doktora çalışmasında Kur'an'ı Macarca'ya çeviren bir akademisyendir. Uzunca bir süre Macaristan'da 'Kur'an çevirisi' olarak bu şahsın yaptığı çeviriden başkasına ulaşılamamıştır. Bu çevirinin aşağı yukarı nasıl bir şey olduğunu anlamak için önsözündeki şu cümle yeterli olacaktır: 'Muhammed, Kur'an'daki yaratılış ayetlerinin tamamını Tevrat'taki tekvin bölümünden almıştır.'

Bu oryantalist, kötü niyetli Kur'an çevirisinden başka bir Kur'an çevirisi olmaması, Ahmet'i harekete geçirmiş elbette.

Burada bir ara bilgi vermem lazım size. Ahmet'in en önemli geçim kaynaklarından biri yaptığı çeviriler. Çevirileri birlikte gerçekleştirdiği partneri ise, Macar dilinin en önemli çevirmenlerinden biri olan ve bir süre önce Müslümanlığı seçen Halima Hanım. İkili, birlikte elliyi aşkın kitap çevirmişler Macarca'ya. Bu elli kitabın neredeyse tamamını Macaristan'da faaliyetleri olan İslami dernekler, vakıflar, STK'lar sipariş etmiş. Tabii, Ahmet'in ve Halima Hanım'ın çeviri bedellerinin nasıl 'küçük bir miktar para artı Allah rızası artı hizmet artı himmet' olarak ödendiğini falan anlatıp kimseyi üzmek istemem. Ahmet, 'onlar da ümmet için çalışıyor' deyip hiçbir cemaatin, hiçbir vakfın, hiçbir STK'nın ricasını kırmamış. Diz kırıp üç kuruşa çevirmiş kitapların hepsini.

Sıra Kur'an'ı Macarca'ya çevirmeye gelince Ahmet ve Halima Hanım, bunu tamamen gönüllülük esasıyla yapmaya karar vermişler. 'Biz hele bir Kur'an-ı Kerim'i Macarca'ya çevirelim. Ardından bütün cemaatlerden ortaklaşa talep edeceğimiz bir basım bütçesi ile

yayınlarız Kur'an'ı' diye düşünmüşler.

Çeviri bitince Ahmet, metni Macaristan'da faaliyet icra eden tüm derneklere, vakıflara, cemaatlere göndermiş. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan da 'basılabilir' onayı almış.

Ahmet, şöyle iki durumla karşılaşmış. Bir yandan özel randevu talep eden cemaatlerin istisnasız hepsi Kur'an'ın sadece kendilerinin logosuyla basılması karşılığında Ahmet'e para teklif etmişler. Diğer yandansa cemaatlerin istisnasız hepsi Kur'an'ın Macarca çevirisinin pek de iyi olmadığını yaymışlar etrafa. Mesele çok basitmiş: 'Müşteri kaçırıp Kur'an çevirisinin üzerine konmak.'

Ahmet, kendisine yapılan tekliflerin hiçbirine itibar etmemiş. Cemaatlerin, derneklerin, vakıfların iki bağımsız Müslüman'ın yaptığı Kur'an çevirisine niçin 'çökmek' istediklerine de bir türlü akıl erdirememiş.

Neticede, epeyce para bulunup basılmayı bekleyen Kur'an çevirisi, IHH'nın girişimleri ile 2011 yılında basılabilmiş. Şimdi altıncı baskıyı yapmak üzere…

Aslında bu öyküyü burada bitirip 'isteyen istediğini anlasın' diyebilirdim. Fakat demeyecek ve soru soracağım.

'Çıktıkları meydanlarda, sahibi oldukları kürsülerde 'Müslümanlar kardeştir' sloganı atmaya bayılan, ümmetin vahdeti konusunda gözlerine uyku girmediğini anlatıp bizi ağlatan cemaatler, vakıflar, dernekler; söz konusu en temel değerimiz olduğunda bile 'o iktidar alanı benim olacak arkadaş' aymazlığına düşüyorlar. Bunlar mı tesis edecek İslam kardeşliğini?' diye soracağım mesela.

'İki bağımsız, bağlantısız Müslüman'ın emeğine çökmek için o iki insanın emeğine çamur atmaktan çekinmeyen yapılar eliyle mi tesis edilecek aydınlık bir dünya?' diye soracağım mesela.

'Macarca Kur'an çevirisi olmamasını bir tek kez olsun kafaya takmamış bu dernekler, vakıflar, cemaatler mi Avrupa'da İslam'ın dalga dalga yayılmasını sağlayacaklar?' diye soracağım mesela.

Soracağım da neye yarayacak? Muhtemelen hiçbir şeye…

Bizim cemaat

Son üç katılımla toplamda 32 kişi olduk. '32 kişilik cemaat mi olur' demeyin, üzerim.

En gencimiz 27, en yaşlımız 60 yaşında. Bir şeyhimiz yok. Bir imamımız yok. Bir hocamız yok. Devletten istediğimiz vakıflara ait bir bina yok. Yahu, derhal hayata geçirilmesini talep ettiğimiz bir projemiz bile yok. 'Bu nasıl cemaat' diye soranları görür gibiyim, az sabır.

Cemaatin varoluş amacını, bir doktor arkadaşımız özetledi: 'Bütün amacımız amaçsızlık olsun abi. Ne kadar az amaç, o kadar çok bereket.'

Belli aralıklarla toplanıyor, uzun uzun Türkiye'yi, ümmeti, yapılabilecek şeyleri, hayata geçirilebilecek fikirleri konuşuyoruz. Hayatı konuşuyoruz. Minyatür kale futbol, voleybol falan gibi oyunlar oynuyoruz.

Bazen birileriyle buluşuyoruz. Onlara gördüğümüz manzarayı, dertleri, çözüm yollarımızı anlatıyoruz aklımız erdiğince. Hiç kimsenin ne buluştuğumuz isimlerden, ne de birbirinden en küçük beklentisinin olmaması bizim cemaati 'cemaat' yapan asıl unsur.

Peki, bu cemaatte kimler var? İsmailağa'da yetişmiş bir iki kişi var. İktibas Dergisi çevresinde yetişmiş bir mealci var. Radikal İslamcılıktan gelme birkaç arkadaşımız var. Geçmişte MGV teşkilatında görev almış arkadaşlarımız var. Hep bağımsız kalmış İslamcılar var. Entelektüel birikimi ile temayüz etmiş, eli kalem tutan insanlar var. Esnaflıkla uğraşan abilerimiz var. Medyacılar var. Akademisyenler var. Devletin çeşitli kademelerinde görev alan bürokratlar var. Bankacılar var.

Kimse kimsenin itikadı ve ameli ile ilgilenmiyor. Dileyen namazları cem ediyor, dileyen teheccüde kalkıyor. Cumaya giden gidiyor, gitmeyen gitmiyor. Mezhep tartışması yapmıyoruz, 'Kur'an'ı nasıl anlamalıyız' meselesi üzerinden birbirimize hücum etmiyoruz. Kimse kimseyi tanımlamanın, sınırlamanın, belirlemenin derdinde değil. 'Yahu 32 kişilik cemaatimizde henüz birbirini tekfir eden kimse çıkmadı' diyeyim de anlayın ötesini.

Biliyorum. Klasik bir cemaat anlatmıyorum size. Daha doğrusu, aramızda kalsın, aslında size klasik ötesi klasik bir cemaat anlatıyorum. 'Birbirine benzemeyen, birbirine benzemek zorunda olmayan insanların bir araya gelip aynı dertler, aynı tasalar, aynı insani düzlem üzere yan yana durmaları' demek değilse nedir ki cemaat?

Vakıflardan bina istemek mi? Hiçbir belirgin farklılığını görmediğimiz tıpkıbasım projeleri hayata geçirmek mi? Kaynak israfı mı? İletişimsizlik mi? Hoşgörüsüzlük mü? Birbirini tekfir etmek mi?

Almayayım be gülüm.

Az kalsın unutuyordum. Cemaatimizin bir adı var elbette: Rahatsızlar

Çörek otu maskesi

39 yaşında ehliyet sahibi olup araba kullanmaya başlayınca hayatıma birdenbire bütün gücüyle radyolar yeniden girdi. Bilhassa Ankara oyun havaları ve zikirli ilahi yayınlayan radyoların hastasıyım. Niçin böyle bu? Bilemedim. Ankara oyun havaları ile zikirli ilahiler arasında ritim benzerliği dışında benzerlikler var mı? Onu da bilemedim. Dahası, Ankara oyun havaları yayınlayan radyolarla zikirli ilahi yayınlayan radyoların patronları aynı mı? Vallaha onu da bilemedim.

Ancak şunu biliyorum artık net olarak. Ankara oyun havası yayınlayan radyolardan 149 TL'ye dünyanın en güzel tabletini, zikirli ilahi yayınlayan radyolardan 29 TL'ye dünyanın en güzel çörek otu maskesini alabiliyorsunuz. Bu kurban olduğumun çörek otu maskesi, yanık izi de dâhil olmak üzere sivilce, ameliyat izi, ben falan bırakmıyormuş. Tabii bir taraftan da sünnet imiş…

Çörek otu maskesi falan bir tarafa da… Ben asıl bu zikirli ilahi yayınlayan radyoların 'Kur'an kursunda hafızlık çalışan talebeler için Kur'an bağışı kampanyası'nı anlamıyorum. Şu üç soru takılıp duruyor aklıma.

Bir: Bu talebelerin alacakları Kur'an için 30 lira yüksek rakam değil mi? Hele toplu alındığında 12 liraya orta boy Kur'an almayanı döverler.

İki: Dünyanın hangi Kur'an kursu, talebelerin çalışacağı Mushafları edinmeden açılır ki? Yani, talebesinin okuyacağı Mushafları bile almayı başaramamış bir Kur'an kursu niçin açılır ki? Dahası, herhangi bir iş adamından, herhangi bir esnaftan 'bizim 100 talebemiz var, şunların Mushaflarını alıver' denildiğinde hep mi olumsuz cevap alınmaktadır da radyoda kampanya yapılma zorunluluğu hâsıl olmaktadır? Daha da dahası, bu çocukları Kur'an kursuna gönderen ailelerin tamamına yakını 15 liralık Mushaf alacak ekonomik duruma sahip değil midir ki bu radyolarda geceli gündüzlü bağış kampanyası düzenlenmektedir?

Ve üç: Bu Mushafların hangi Kur'an kurslarına ulaştırılacağı niçin özenle dinleyicilerden saklanmaktadır? Bağışını yaptığım Mushafların hangi Kur'an kursunda hangi çocuklara ulaştırıldığını bilmek hakkım değil midir?

Hadi şunun adını koyalım ve bitirelim: Derdiniz gerçekten Mushaf'ı olmayan çocuklara Mushaf ulaştırmaksa uyguladığınız yöntem aşırı çirkin. Derdiniz Mushaf'ı olmayan çocuklara Mushaf ulaştırmak değilse siz… Neyse orası da bana kalsın.
#macar ahmet
#oryantalist
#kuran
9 yıl önce
Macar Ahmet, Simon Robert’i nasıl yendi?
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!