Camiye girdiler. İki gündür sabah namazını burada kılıyorlardı ama bugün bir başkaydı sanki. Bir huzur, bir sükun, bir manevi enerji sarmıştı hepsini.
Müezzin,
sabah ezanı okumaya başlayınca, az sayıda olan cemaatin tamamı, neredeyse büyülenmiş gibi dinlemeye başladı. O yanık ses, o nağme, o felaha çağırış, namaza gelenlerin tümünde derin bir duygusallık meydana getirmişti. Kimse etrafına bakmıyordu, herkesin kafası önündeydi.
Ezan bitti, kamet getirildi. Kim bilir hangi diyarın hayallerine dalmış başlar, yukarı kalktı.
ın gözleri kırmızıydı, yanakları ıslaktı.
Saf tuttular. Türkler, Araplar, Amerikalı siyahlar, Malaylar, Magripliler, Makedonlar... ümmetin tüm renkleri oradaydı, aynı saftaydı.
Namazı, eskiden
Şeyhul
unvanını taşıyan kişi kıldırdı. Daha Fatiha Suresi'ne başladığında, bir başka ruh halinde olduğu anlaşıldı. O kıraat, o makam, o ses bu sabah başka türlüydü.
ı
Burada,
, ülkesini temsil eden, en büyük külliyeyi yapmak nasip olduğu için ağlıyordu. Arkasında ümmetin tüm yetimleri, tüm mazlumları ve garibanların temsilcileri saf tuttuğu için ağlıyordu. Hamd gözyaşlarıydı bunlar.
Arkasında bir siyah deriliyle yan yana saf tutmuş, eski dilde unvanı
ı
olan kişi de ağlıyordu. Yıllarca süren sancılı mücadelenin, çabanın sonucunu gördüğü için şükrediyordu. Atalarının, Osmanlının, Mimar Sinan'ın mührünü, dünyanın en güçlü ülkesine nakşettiği için mutluydu.
Yanı başında, kıvırcık saçlı Magripli'nin yanında durmuş bir
Şeyhu
ağlıyordu. Tam karşısında duran, İsmi Celil'e hürmeten ağlıyordu. Duvarlara Celi Sülüs tarzında nakşettiği, “Amenerresulü”, Amerika'da kendini gösterecek, ona bakanlara, Hüsnü Hattın ne büyük bir medeniyetin eseri olduğunu hatırlatacaktı. Buna şükrettiği için ağlıyordu.
o saftaydı ve gözlerinden inciler dökülüyordu. Burada, billur sesleriyle okudukları aşırların, salavatların, tesbihatın dalga dalga kubbede yankılandığını ve oradan tüm Amerika'ya yayıldığını hissettikleri için ağlıyorlardı.
hemen önlerinde. Köle atalarını, çektikleri zulmü ve sonra İslam'la şereflenen hayatını düşünüyordu. Şimdi boynu bükük durmayacak, Washington yakınındaki bu muhteşem eserle gururlanacağı için ağlıyordu.
eşlik ediyordu ona göz yaşlarıyla.
ıçkırıklarına eşlik ediyorlardı. Dünyanın öbür ucunda, kubbede çınlayan, minarede yankılanan ve göğe yayılan bu Kur'an sesini duymak nasip olduğu için ağlıyorlardı.
Namaz bitince mahcubiyetten birbirlerinin yüzüne bakamadılar. Hepsinin gözü kızarık, yanağı ıslak ama hepsi huzurluydu.
Camiden çıkarken bir gezgin mırıldandı: “Medine sabahları da böyle olurdu.”
Ertesi günü, aşırlar, ilahiler, salavatlar, dualar ve yağmurla yıkanmış bu caminin önüne bir