Bakamıyorum o görüntülere…
'İdlib'de çocukları gazla boğdular' haberi geldiğinden beri, zihnimdeki tüm acı anılar, şahitlikler canlandı. O görüntülerden, fotoğraflardan kaçmaya çalıştıkça, geçmişte yaşadıklarımın içine düşüyorum. Uykularım kaçıyor, dengem bozuluyor, ne yapacağımı bilemez oluyorum.
Suriye çocukların, masumların boğularak öldürüldüğü, nefessiz kaldığı yer. Kelimler boğuluyor şimdi, söyleyecek sözümüz yok neredeyse.
Geçmişte şahit olduklarım her yanımı kuşattı. İlkini 2014'te yaşamıştım. 'Sezar' kod adlı eski bir Suriye askeri, Esed hapishanelerinde açlıkla, işkenceyle öldürülen, arabalarda kullanılan trigel kayışıyla boğulan on binden fazla insanın fotoğraflarını gizlice çekmiş ve yurt dışına çıkarmıştı. O zaman CNN, the Guardian, AA ve TRT'ye bu fotoğraflar gizlice verilmişti. İnsanlık suçunun en büyük delilleriydi.
Aynı anda yayınlamıştık medya olarak. Tüm dünyada büyük olay olmuştu. Amerika, İngiltere başta, herkes beylik laflar etmişti. 'Esed'in caniliği bu sefer tescillendi, bu sefer Lahey'de insanlık suçundan yargılanacak' dendi.
New York'ta, BM Suriye Komisyonu önünde fotoğrafları elimize alıp, komisyon üyelerine gösterdik. 'Bir şey yapacak mısınız?' diye sorduk. Sorduğumuzla kaldık.
Bu fotoğrafları yayına hazırlayan Anadolu Ajansı ekibi ciddi depresyona girdi. Ama bir şey yapmadı dünya. Trigel kayışı ile boğulmuş gencecik erkekler, kadınlar, yaşlılar öylece tarihe akıp gitti.
İkinci travmayı yine 2013'de, Guta'da Esed'in kimyasal silahlarla sivilleri öldürmesi üzerine yaşadım. Nefes alamayan, kameralar önünde, çırpına çırpına boğularak can veren çocukların videolarını, fotoğraflarını hazırladık, dünyaya duyurduk.
Kimyasal silahların Esed tarafından atıldığını ispatlayan radar görüntüleri, teknik delilleri AA elde etti ve yine dünyaya yayınladı. Yine çok büyük olay oldu.
dedi. Ajansa müdahale planları bile geldi. Savaş muhabirleri gönderdik o noktalara.
Kelimler boğuluyor, buğulanıyor böyle zamanlarda. Ne diyeceksiniz? Ne yazacaksınız? İnsanoğlunun bu kadar vahşileştiği, bu kadar acımasız olduğu bir zamana şahit olmak, ne büyük imtihan.
Geçen yıl, Halep düştüğünde Suriye'ye girmiştim. İdlib yakınlarındaki kamplara, yerleşim yerlerine gittim. Muhaliflerin aileleri, Esed zulmünden kaçanların sığındığı tek kara parçası o bölge kalmıştı neredeyse. O soğukta, çamurda, yağmurda naylon çadırlarda yaşayan çocuklarla saatler geçirmiştim. Her şeye rağmen gülümsemelerini hayranlıkla izlemiştim.
O gün boğazıma düğümlenen soruyu soramamıştım: 'Ya buraya da saldırırlarsa? Ya burası da bombalanırsa?' Her taraf çocuk ve sivildi. Kaçacak yerleri, sığınacakları binalar yoktu. Korktuğum başıma geldi.
Ne yazacaksınız? Ne söyleyeceksiniz?
Yine beylik laflar ediyorlar. Bu sefer ABD Başkanı Trump esiyor, gürlüyor, 'kırmızı çizgiler aşıldı' diyor. Boş laf hepsi…
O yaşlarda çocuğu olan bir babayım ben de. Tüm acısını ruhumda hissediyorum. Ama ben çocuğuma sarılıp, korkunç kabuslardan sıyrılıyorum yine de. Ya o baba? Ya o anne?
Şimdi gel de günlük hayata dön bakalım. Çirkin dünyanın, çirkin işlerine şahitlik et, yaz bakalım. Kelimeler, çocuklar gibi boğuluyor karşımda. Hiçbir şeyin değeri, anlamı, kıymeti kalmıyor biranda. Bir çocuğun çırpınarak öldüğü bir dünyada, yaşamanın anlamı nedir? İktidar olsan ne olur, süper güç olsan ne olur?