Akıp giden tarihin bir parçasıyız hepimiz. Yoluna barajlar konmuş, yatağından çıkartılmış, bir nehir gibiyiz. İki yüzyıldır yatağımızı, eksenimizi arıyoruz.
Üç yüz yıl boyunca, dünyada ana ekseni oluşturan, gücün merkezini kontrol eden bir imparatorluk yatağıydı bizimkisi. Dünya siyasetinin o eksene bakarak hiza aldığı, dengelerin, bu coşkun nehrin su yoluna bakarak kurulduğu ve ırmakların aşkla katılıp, okyanuslara birlikte ulaştığı bir nehrin çocuklarıydık.
Damarlarında akan deli kan, zihninde dolaşan aykırı fikirler, idealler ve enginlere sığmayan hayallerle yaşadık. Üç yüz yıl boyunca, bu nehir Asya'dan doğup, Avrupa'ya aktı, deltalar, kanyonlar, falezler, ovalar meydana getirdi bu coğrafyada.
Gittiği her yerde iz bıraktı, bereketli toprakları bir yerden başka bir diyara taşıdı, kültürler, gelenekler, medeniyetler besledi, büyüttü, inşa etti.
Akıp giden tarihin bir parçasıyız... Üç yüz yıl dünyanın ana ekseni olup, ömrünü başka türlü geçirmeyi bilmeyen bir milletin çocuklarıyız.
O akıp giden nehrin debisi azaldığında, gücü zayıfladığında, önüne barajlar kurdular, bentler çektiler ve o kadim nehri akıp gittiği yatağından çıkarttılar. Yolumuzu kestiler, menzilimizi kaybettirdiler, hedefimizi şaşırttılar.
Ruhumuz kükreyen bir aslan, bedenimiz yorgun bir küheylan sanki. Başka türlü yaşayamıyoruz. Damarlarımıza sinmiş o genler bırakmıyor peşimizi. Asya'nın deli rüzgarlarında yeleleri savrulan küheylanlar, Anadolu'nun hırçın dağlarından kopan fırtınalar, Dede Korkut'un masallarında dolaşan kurtlar, aslanlar, kartallar sarmış ruhumuzun her yanını.
Ruh yaşlanmaz. Ruh, aynı coşkun ve şahlanmış haliyle yeni ufuklara, yeni hayallere, yeni fetihlere gitmek ister. Zorluyor bizi. Heyhat beden yorgun, beden yıpranmış. Yeniden güçleneceği, yeniden dirileceği, yeniden şahlanacağı yatağını bu yüzden arıyor.
Ne Atlantik paktı, ne Avrasya paktı aslında bizim eksenimiz. Yorgun bedenimiz orada olmamızı gerektirse de, ruhumuz her zaman buna itiraz etti, kabullenmedi.
Türkiye Atlantik paktından çıkmak istedi diye cezalandırıldığını düşünenler var. Başımıza ne geldiyse bu eksen değiştirmek, Avrasya paktına geçmek istememizden geldi diyorlar. Yanlış.
Fas'ta, Endonezya'ya kadar, sokaklarda, evlerde ve insanların gönlünde aşk ile anılan bir Türkiye gördükleri için saldırdılar bize. Ruhumuzdaki kükreyen aslan, şahlanan küheylan, yükseklere uçan kartalların izlerini yeniden gördüler ve yeniden saldırdılar.
Tam iki yüz yıl önce olduğu gibi, önümüzü kestiler, barajlar, bentler kurdular ve çakallarını, sırtlanlarını sürüyle üzerimize gönderdiler. Öldüremedikleri bir aslana yapılan son saldırıydı bu.
Ancak iki yüz yıldır örselenen bir milletin, bu saldırıları göğüsleyebileceğini tahmin edemediler. Mermileri bağrında söndüren, tankları elleriyle durduran, uçakları tutmaya çalışan bir milleti kim tahmin edebilir? İşte ruh ölmez, ruh yaşlanmaz, ruh yorulmaz denen şey budur.
O yorgun, o örselenmiş bedenlerden birden Asya'nın deli rüzgarlarında yelelerini savuran küheylanlar çıktı. Anadolu'nun hırçın fırtınaları gibi esti. Aslan gibi kükredi, kartal gibi atıldı. “Bu millet sizin eksenlerinize esir olamayacak kadar özgürdür” dedi. Atalarımızdan kalan gen, budur.
Akıllarını kullandılar, çok çalıştılar, sabırla güçlendiler, azimle güçlü devletlerini inşa ettiler. Fatih'e İstanbul'u fethettiren şey, tüm bunların toplamı, tüm hikayelerin hülasasıydı.
Bugün Avrasya paktıyla görüşüyoruz, yarın Atlantik paktıyla ilişkilerimizi konuşacağız. Onlar da, biz de biliyoruz, bu paktlar bizim kurduğumuz, bizim içselleştirdiğimiz paktlar değil.
Su akar bir gün yatağını bulur. Aklımızı kullanmalıyız, birlik oluşturmalıyız, içimizdeki hainleri, temizlemeliyiz.