|
Ülkenin dil sorunu
Konuşma metni yazmak çok zordur. Uzun yıllar TBMM Başkanı Bülent Arınç'a konuşma metni yazdığım için biliyorum. Meslektaşlarım arasında tanıdığım en iyi metin yazarlarından biri, şimdi Ankara Milletvekili olan Aydın Ünal'dır. On yıldan fazla bir süre, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşma metinlerini yazdı. Siyasal iletişim açısından, retorik oluşturma ve Türkçeyi kullanma konusunda Ünal'ın çalışmaları ayrı bir öneme sahiptir.

Önceki gün, Aydın Ünal'ın Twitter mesajlarını ekrandan okuyup, tüm Türkiye'ye şikayet eden Ahmet Hakan, bir zamanlar köşesinden Ünal'a methiyeler dizmişti, unuttu sanırım. Bugün Aydın Ünal, Türkçeyi en iyi kullanan ve son derece edebi metinler yazan biri olarak değil, sert ve hakaret sayılabilecek kişisel mesajlarından dolayı konuşuluyor. Burada biraz duralım.

Yeni bir başlangıç için, yeni bir dil

Yeni bir başlangıç ve yeni bir milada ihtiyacımız var. Bunun için de önce siyasetin dili, toplumdaki iletişim ve insanların üslubundan başlamak gerekir. Dün başladığım konuda, burada kalmıştım. Bugün devam ediyorum.

Tezimiz şu: Madem ülke saldırı altında, madem bir üst akıl ülkemizde iç savaş çıkartmak, kardeş kavgası çıkartmak, güçsüz bir Türkiye meydana getirmek istiyor, o zaman buna karşı bizim stratejimiz nedir? Biz de bir üst akıl kurup, elimizde avucumuzda kim var, ne varsa vatanımızı savunmaya geçmeliyiz. Doğru mu?

Lakin savunma hattı kurmakta zorlanıyoruz, hem de ülkenin Başkentinde toplu katliam yapılacak kadar cüretkar saldırı altındayken. Bunun nedenini düşünmek, tartışmak, ardından da bir çözüm yolu üretmek gerekir. Bu çözüme ilk adım olarak yeni bir dil, üslup üreterek başlamanın doğru adım olacağını düşünüyorum. Başka bir adım düşünenlere de saygılıyım, yeter ki sorunun çözümü için bir projesi olsun.

Herkesin şikayet ettiği üslup sorunu

Bugün Türkiye'de dil, üslup ve iletişim sorunundan bahsetmeyen yok. Hem iktidar, hem muhalefet, hem medya, hem de biraz kamuoyunu izleyen herkes bundan şikayetçi. Üzerinde ittifak edilmiş tek konumuz bu sanırım.

Ankara saldırısından sonra, yeniden başlayan üslup tartışmalarında, Aydın Ünal merkeze oturtulduğu için yazıya onunla giriş yaptım. Kılıçdaroğlu bile Başbakan'a şikayet edecek kadar önemsemiş mesajlarını.

Aslında katliam meydanından başlamak üzere, muhalefet milletvekilleri, sivil toplum kuruluşları, AK Parti muhalifi tüm medyada, Ünal'ın mesajından daha ağır, daha ağza alınmaz hakaret ve suçlamalar vardı. Bunlar, Cumhurbaşkanından başlayarak, sıralı şekilde tüm AK Parti ve hükümet üyelerine yapıldı. Ancak kimse bunu ana tartışma konusu yapmadı. Yani Ahmet Hakan, aynı ekranda, CHP ve HDP Milletvekillerinin daha ağır hakaret içeren mesajlarını okumadı, okumayı aklına getirmedi. Eleştirilecek bir konu mu? Evet.

Lakin burada şunu da görmek gerekir: Ülkenin yönetiminden, asayişinden kim sorumluysa, herkesin gözü ilk önce oraya döner. Böyle bir katliamda birine kızılacaksa da iktidarı ve devlet aygıtını yönetenlere kızılır. Bu haklı olmasa da, insan doğasının gereğidir ve hep böyle olmuştur. AK Parti ve Cumhurbaşkanına yönelik hakaret ve suçlamaların, edep, ahlak ve mantık sınırlarını aştığını buraya kaydedelim ama bunu sonra tartışalım.

Haklıyken, haksız konuma düşmek

Bu hakaret ve suçlamalara karşı ülkenin en büyük partisinin tavrı benim üzerinde durmak istediğim konu. Aydın Ünal, kendisinin de milletvekili olduğu partiye ve Cumhurbaşkanına hakarete ayniyle karşılık vererek bu tartışmanın bir parçası oldu. Peki bu doğru bir tavır mıydı? Benim itirazlarım var.

Biraz geriye gidelim. Hürriyet Gazetesi'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 16 askerimizin şehit edilmesi konusunda, söylemediği bir sözü maniple etmesini hatırlayın. Buna kızan gençler, Hürriyet'in önünde toplanmış, protesto etmiş ve cam çerçeve indirmişti. Sonra ne oldu? Hürriyet, tüm dünyayı ayağa kaldırdı, aleyhimize demeç almadıkları bir tek BM Genel Sekreteri kaldı, kırılan camın önü türbeye döndü, herkes ziyaret etti. Kimse Hürriyet'in, ülke Cumhurbaşkanı'nın sözünü çarpıttığını, insanları infiale getirecek kadar maniple ettiğini konuşamadı.

Ahmet Hakan'ın, sadece son bir ayki yazıları taransa, orada yazdığı hakaret kelimelerinin, Aydın Ünal'ın mesajlarından daha çok olduğu görülür. Ancak ölümle tehdidi, sonra fiziki olarak saldırı yüzünden bu konu konuşulamadı. Cam çerçeve kırmak, ölümle tehdit etmek, bir insanı darp etmek kabul edilecek davranışlar değildir. Hele bu davranışları savunmaya kalkmak, daha da büyük bir yanlıştır. Haklıyken, haksız konuma düşmenin iki önemli örneğidir bunlar.

Bıçakları bileyecek taş atmak

Bizim fikirlerimiz, eleştirilerimiz, argümanlarımız daha derin ve daha güçlüdür oysa. Küfür ederek, cam çerçeve kırarak, fiziki saldırıda bulunarak tüm bu güçlü taraf, birden zayıflığa dönüşüyor.

İktidar olmak, tüm bunlara karşı akıllıca bir tutum sergilemeyi gerektirir. Bıçakları bileyecek taş atmak akıllıca değildir. Ne olursa olsun, saygın, nezaketli, sağduyulu ve tansiyonu düşüren bir üslup iktidara yakışır. Küfür edenlere, hakaret edenlere aynı şekilde karşılık vermek, onların seviyesine inmektir. Siyasetin dili, biraz da iktidarın söylemiyle şekillenir.

Sevgili dostum Aydın Ünal'ın, konuşma metinlerinde çok sık kullandığı Edebali'nin öğüdünü hatırlayarak bitirelim:

“Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın.

Ama:

Bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin…

Daima sabırlı, sebatli ve iradene sahip olasın…

Öfken
ve nefsin bir olup aklını yener.

Bundan sonra
öfke
bize, gönül almak sana.

Suçlamak bize, katlanmak sana.

Kötü
söz, şom
ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana...”
#dil sorunu
#Konuşma metni
#AK Parti
9 yıl önce
Ülkenin dil sorunu
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...