|
TEKEL"i "doğru" konuşmak

Jean Jaures Vakfı''nın 2004 tarihli yayınlarından birisi de "Sosyalizm ve Liberalizm" başlığını taşıyor. Kitaptan söz etmek epeydir aklımda. Altı yıl önce yayınlanmış olsa da çalışmada bir araya getirilmiş tezlerin tazeliğini hâlâ koruduğu muhakkak.

Bu çalışma o günlerin çok konuşulan iki kitabının farklı kalemler tarafından yorumlanmasıyla oluşmuş. Kitaplardan ilki, Jean-Claude Michea''nın "Adam Smith Çıkmazı" adlı kitabı; diğeri ise Eski Yunan felsefesine ilişkin incelemeleriyle tanınan Monique Canto- Sperber''in "Özgürlüğün Kuralları" başlıklı kitabı.

Yayıncının da belirttiği gibi bu iki kitap birbirinden çok farklı. Tarzları, yapıları özellikle de tezleri bakımından. Yazarlardan ilki sosyalizmin kendisini bir yüzyıldır liberalizme kaptırdığından dolayı endişeli; ikincisi ise sosyalizmin liberal fikirleri yeteri kadar içermediği için pişmanlık duyuyor.

Tartışmanın etrafında dolaştığı merkezi kavram "sosyal-liberalizm". Sosyalistler bu kavrama ne diyorlar; ve de tabii ki bu kavramın-tezin sahibi Monique Canto-Sperber bu değerlendirmeleri-itirazları nasıl karşılıyor.

Söylediğim gibi, üzerinden üç beş yıl geçmesine rağmen, bugün de aynı tazelikle kafamızdaki pek çok sorunun çözümüne ilişkin son derece yararlı bir tartışma konusu bu. Hem Avrupa için, hem de tabii ki Türkiye için. Özellikle de Türkiye için tabii ki. Çünkü "gözü kör olacası" Avrupalıların önemli bir bölümü henüz –çok şükür- neo-liberalizmin işaret ettiği yeni "vahşi –kapitalizm"in vazettiği kuralları "amentü" mertebesine yükseltmemişler.

Sözü "neo-liberalizm-kapitalizm" çiftine getirmemin amacı, sözünü ettiğim çalışmada da yazarların her fırsatta belirttikleri gibi, "liberalizm"in "kapitalizm" ile kardeşliğinin artık bundan böyle –mutlaka- sözünü ettiğim bu "çift"te karşılaştığımız türden tezahür edeceğine ilişkin bir siyasal inancın ne derece yanlış ve eksik olduğuna dikkat çekmektir. Türkiye''de karşımıza çıktığı gibi yani…

Tekel işçilerinin eylemleri karşısında hükümetçe takınılan tutum, bu yanlış ve eksik siyasal inancın iyi bir örneğini oluşturuyor. Son derece otoriter, buyurgan, kapitalizmin ya da "özel sektör mantığı"nın en kaba halini sarsılmaz tek doğru olarak benimseyen ve bunun tabii bir sonucu olarak "sosyal"in gücünü ve yaratıcılığına kayıtsız bir tutum bu.

Dikkat ederseniz, bütün randevular sonrasında Tekel işçilerinin eylemlerine ilişkin altı en çok çizilen husus, "ay sonundan itibaren buna müsamaha edilmeyeceği" (yani polisin işe el koyacağı) yolundaki tehdittir.

Hükümetin konuya ilişkin tavrını "liberalizm gereği-icabı" olarak niteleyenler büyük yanılgı içindeler. Bu tavır olsa olsa, son dönem "vahşi-kapitalizm"inin gereği-icabı olarak anlaşılabilir.

"Kapitalizm" olmaksızın "liberalizm"den söz etmek tabii ki olacak şey değil. Ama olmayacak şeylerden ikincisi de, sadece "kapitalizm"in icabı olarak, yani sadece "para hırsı" ile uygulamaya konulan düzenlemelerin de "liberalizm"in hanesine yazılamayacağı. "Liberalizm", başından itibaren "özgürlükler" üzerinde ısrar etmiş bir siyaset felsefesi türü; onu bu özelliklerinden sıyırıp sadece "kapitalizm" olarak okuyabilmek mümkün mü? "Sosyal" dediğimiz alan liberalizmin anavatanı. Oysa "kapitalizm" tek başına alınacak olursa birinci dereceden bir "sosyal düşmanı".

Nabi Yağcı (Taraf) önceki gün "Tekel direnişi"ni çok güzel analiz etti.

"Bizde öteden beri işçilerin etkili bir grevi, ciddi bir direniş eylemi olduğunda iki uçta iki klasik tepki verilir. Ortodoks sol, sosyalizm, proleter devrimi söylemlerinin ateşini üflemeye başlar; öte uçta ise iktidarlar bu eylemleri ''ideolojik'' ilân eder, ''kışkırtma'' ararlar. (…) Ya idealize edilerek gerçek içerikleri boşaltılır ya da korkularak bastırılır."

Yağcı''nın Dünya Bankası ve IMF örneklerinden hareketle, artık "uluslar arası sermayenin çıkarlarını korumak amacıyla kurulmuş" örgütlerin bile giderek "sivil toplumu"nun sesine kulak vermeye başladıklarını hatırlatması da dikkat çekiciydi. "Hidayete erdikleri için böyle yapmıyorlar", diyordu yazar, "dünyayı saran ''işsizlik, yeni yoksulluk ve sosyal dışlanmışlık'' sorunlarının kapitalizmin küreselleştiği koşullarda sınır bekçiliği yaparak, polisiye yöntemlerle çözülmeyeceğini görüyorlar. Çözüme dair kimsenin henüz hazır bir reçetesi yok."

Toparlayacak olursak:

"Sosyal-liberalizm", hiç de fena bir formül-kavram değil. Hem "sosyal" kurtuluyor, hem de liberalizmin öncülük ettiği özgürlükler…

İktidar partisinin logo değiştirip kendisini "sosyal-liberal" ilan etmesini beklemiyoruz tabi ki. Ama ülkenin "sosyal-liberalizm"in hakkını verecek bir siyasi oluşuma giderek daha çok ihtiyacı olduğunu da aklımızın bir köşesine yazmayı unutmayalım bu arada…

14 yıl önce
TEKEL"i "doğru" konuşmak
Turizm uğruna
Mermer atıklarının muhteşem geri dönüşümü
Tasarruf sandığı
ABD-Çin rekabetinde popülizm, korumacılık ve ulusal güvenlik
‘Şişman Kadın’ kim?