|
Alışkanlık haline gelmiş bir istek: Başkanlık sistemi

''Başkanlık sistemi''ne ilişkin yeni bir tartışmaya daha girdik. Biliyorsunuz, bu sistemin faziletlerini daha önce Turgut Özal ve Süleyman Demirel''den de dinlemiştik. Bakıyorum da hemen herkes ''Niçin başkanlık sistemi?'' sorusunu ciddiye alıp cevaplandırma yolunda tek bir adım atmadan ''Bize yakışan bu sistemdir'' kanaatine çoktan varmış bile... ''Tarihimiz''in doğrudan bu sisteme işaret ettiğini -ne demekse- savunanlar bile var.

''Başkanlık sistemi'' isteğinin bir kere daha dile getirildiği bugünlerde konuya ilişkin yepyeni gelişmelerle de karşılaşıyoruz. Mesela, bugüne kadar hiç karşılaşılmayan biçimde Danıştay Başkanı''nın da ''Yeniliğe açık olmamız lazım. Değişiklikten bir şey kaybetmezsiniz. Beğenmezseniz geri değiştirirsiniz, ama bir yapın ondan sonra görün'' diyerek ''başkanlık'' tartışmalarına katılması... Danıştay Başkanı, ''yeni dizayn edildiği'' söylenen (''yaka kısmı siyah üzerine bordo ve altın yaldız işlemeli'') cübbesiyle (yeri gelmişken: Sadece Danıştay değil diğer ''yüksek yargı'' organları mensuplarının da üslerinde taşıdığı cübbeler daha sade-sakin bir modacının elinden çıkamaz mı? Nedir o altın yaldızlı, vatkalı cübbeler? Benzerleriyle değil başka ülkelerin yüksek yargıçlarının üzerlerindeki cübbelerde, ''Muhteşem Yüzyıl'' dizisinde bile karşılaşmıyoruz!)

Danıştay Başkanı''nın ''başkanlık sistemi''ne ilişkin açıklaması yukarıda aktardığım sözlerden ibaret değil tabii ki. O sözlerin yanına şunları da ekleyin: ''Bu sistemin siyasi istikrar doğurması, ekonomiye olumlu yansıması, başarılı kuvvetler ayrımı gibi avantajları bulunmaktadır.''

Şimdi araya girip Başkan''a ''İyi ama sıraladığınız bu olumlu gelişmeleri parlamenter sistemde gerçekleştirmek imkansız mı ki böyle konuşuyorsunuz?'' şeklinde bir soru yöneltsek makul bir cevap alabilmek mümkün müdür?

''Danıştay Başkanı''nın açıklamalarından bir türlü uzaklaşamıyorum, çünkü bu açıklamalar gerçekten enteresan.. Başkan Karakulukçu''nun ''Nükleer santral projeleri de Danıştay tarafından durdurulur mu?'' sorusuna verdiği şu cevaba bakın: ''Biz yargıyla fikir yürütmeyi izleriz. Biz idareye karşıyız. Ne varsa durdururuz (Gülüyor)... Arkadaşlar şimdi siz benim bu esprimi de yazarsınız. Öyle bir şey yok. Durdurma yok artık. Ne varsa yapılacak, bunun lamı cimi yok. Onu durdur, bunu durdur, ne oldu. Biraz yürüyelim bakalım beğenmezsek o zaman başa döneriz.''

Sizi bilmem ama bana sorarsanız, ülkenin Danıştay Başkanı''nın yaptığı bu açıklamalar (tamamı!) beni gerçekten ''kötümser'' kılıyor. Yanılıyor muyum dersiniz?

İşte böyle... Gelelim ''başkanlık sistemi'' konusunda başlayan yeni tartışmalar çerçevesinde yapılması gereken itirazlara ve değerlendirmelere:

Bir kere her şeyden önce ''başkanlık sistemi'' isteyenlerin gönlünden Jean Gicquel tarafından tanımlandığı gibi ''yalnız-tek başına'' bir örnek oluşturan ABD''deki sisteminin mi yoksa Avrupa''da tek olan Fransa''daki ''yarı-başkanlık'' sisteminin mi geçtiğinin açıklığa kavuşmuş olması gerekiyor. Bu belirsizliğin giderilememiş olması bile konunun hak ettiği ciddiyetten ne derece uzak olduğunun bir delilidir. Eğer gönüllerden geçen ABD''deki başkanlık sistemi ise, bu konuyu uzatmak olsa olsa vakit geçirmek için başvurulan bir ''şaka''dan ibarettir. Düşünebiliyor musunuz; ''kuvvetler ayrılığı''nın çok daha ''esnek'' olmasının savunulduğu bir ülkede, bu ayrılığın en ''katı'' olduğu bir sistemin hayali kuruluyor! Sımsıkı bir ''üniter'' yapı, bu ''siyasi partiler yelpazesi'', bu ''yargı'', bu ''yüksek yargı'', bu seçim sistemi, ama bütün bunlara rağmen ABD''deki başkanlık sisteminin hayali... ''Biraz ciddiyet'' desek ayıp mı olur dersiniz? ABD''deki o başkanlık sistemi ki, sadece başkan adaylarının belirlenebilmesi için ''bize'' hepten yabancı öyle bir yöntemi uyguluyor ki, sürecin tek başına bu evresini hayal etmemiz bile imkansız. Başkan adayları tabii ki ''ön seçim''le belirleniyor. Ama nasıl bir ''ön seçim''? Eyaletlere göre farklı biçim alan ve bizim karşılaşmamamız bir tarafa aklımızdan bile geçirmediğimiz bir yöntem bu. ABD Başkanı''nın seçmenlerin doğrudan seçmediğini, seçmenin seçiminin Başkan''ı seçecek olan ''seçiciler kurulu'' üyesini seçmekle son bulduğu bir yöntemden söz ediyoruz. Bu öyle bir yöntem ki, 2000 başkanlık seçimlerinde olduğu gibi, Cumhuriyetçi Parti adayı (Bush), Demokrat Parti adayı olan rakibinden (Al Gore) 500 bin az oy almasına rağmen başkanlık koltuğuna oturabiliyor. (Çünkü ''seçiciler kurulu'' üye sayısı bakımından 271-266 oranın da Bush''tan yana.)

Bırakın ülkedeki eyalet sistemini, Temsilciler Meclisi ve Senato üyelerinin kısa aralıklarla yenilenmesini ve de tabii ki ''yargı''sının apayrı özelliklerini, sadece bu seçim sürecini hatırlasak bile ABD''deki başkanlık sisteminin Türkiye için örnek alınması gereğinden söz etmek tatsız bir şakanın ötesine geçemez...

Geriye kalıyor Maurice Duverger''nin zamanında Fransa''da V. Cumhuriyet için icat ettiği-isim babası olduğu ''yarı başkanlık'' sisteminin örnek alınmasına. Yarınki yazıda da bu ''örnek''i gözden geçirelim.

Biz burada başkanlık mı yoksa parlamenter sistem mi olsun diye konuşaduralım, önceki duruşmada tahliye edilen Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül''ün 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldığı haberi geldi. ''Poşu davası'' olarak anılan dava yani... Kırmızıgül''ün iki yıl süren tutukluluğu süresince yanında yer alan üniversitesindeki öğretim elemanlarından birisi bu yeni gelişmeye ilişkin bana şöyle diyordu: ''Cihan''ın dava konusu olan suçlamayla hiçbir ilgisi olmadığını bilen, masumluğuna sonuna kadar inanan arkadaşları ülkenin yargısını nasıl değerlendiriyorlar tahmin edin..''

Tahmin ediyorum tabii ki...

12 yıl önce
Alışkanlık haline gelmiş bir istek: Başkanlık sistemi
Kara dinlilerle milletin savaşı
Trabzonspor taraftarıyla
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı