|
Halimize dair Pazar notları

İlk notumuz Org. Başbuğ''un iki haftalık bir süre içinde ikinci kez topladığı gazeteciler önünde yaptığı açıklamalara ilişkin olsun.

Org. Başbuğ, -Milliyet''ten Fikret Bila''nın altını çizerek belirttiği gibi- "basın toplantısı sırasında ve sonrasındaki kapanış konuşmasında", Türk Silahlı Kuvvetleri''nin "demokrasiye bağlı ve saygılı olduğunu sık sık vurguladı."

İtiraz edilemeyecek bir açıklama bu şüphesiz. Ama aynı zamanda da -bana göre- "yersiz" bir açıklama aynı zamanda. "Yersiz", çünkü bu içerikte bir açıklamanın başka türlüsü imkansız.

Başbuğ, bu çerçevede başka ne diyebilirdi ki? TSK''nın "demokrasiye bağlı ve saygılı olmadığını" söyleyecek değil herhalde.

Ben bugüne kadar -araştırmadım da doğrusu- bir demokraside silahlı kuvvetleri temsilen basın toplantısı yapan (bunu da duymadım ama neyse) bir komutanın kurum olarak demokrasiye bağlı ve saygılı olduklarını açıkladığını duymadım. Tamam bu gibi sözler edilebilir diyelim; ama bu sözlerle ancak bir askeri cuntanın ya da orduya dayanan bir diktatörlüğün (Frankist rejim mesela) iktidarı sivillere devretmeye başladığı bir "geçiş döneminde" karşılaşılmaz mı?

Dolayısıyla Başbuğ''un bu sözleri büyük ölçüde bizim "malumu ilam" deyişi ile ifade ettiğimiz durumları hatırlatıyor. Bir demokraside silahlı kuvvetler –tabii ki- demokrasiye "saygılı ve bağlı" olmak zorunda değil midir?

Aslına bakacak olursanız, Org. Başbuğ''un bu açıklaması içinde yer alan "saygılı" sözcüğünü de kurcalamamız gerekiyor. Hatırlayın, "Sivil Anayasa Taslağı" adı altında tartıştığımız metin (devr-i saadet"de!) Anayasa''nın 2. maddesinde yer alan "saygılı" sözcüğünü "dayanan" sözcüğü ile -haklı olarak- değiştirmemiş miydi? Madde 2''nin bugünkü halinde yer alan "Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına saygılı…" ifadesi, "saygı"nın anayasa hukukunda fazla bir şey ifade etmediği gerekçesiyle "dayanan"a çevrilmemiş miydi?

O halde isterseniz, orgeneralin tartıştığımız açıklamasını bu açıdan daha berrak bir hale getirelim: "Demokratik rejimin ilkeleri tabii ki Türk Silahlı Kuvvetleri''ni bağlamaktadır."

Bakın böyle çok daha anlaşılır olmadı mı?

* * *

Anayasa Mahkemesi''nin yeni binasının önüne yerleştirilen "adalet tanrıçası" heykeli bugüne kadar pek çok yoruma konu oldu. Bu yorumlarda haklı olarak, bugüne kadar karşılaşılmayan bu "tanrıça"nın nereden çıktığı sorgulanıyordu. Memleketimiz bu münasebetle bir "çirkin" ve manasız "heykel" daha kazanmıştı. "Anadolu kadınını temsil ediyor" diyenler oldu. Bu benzemezlik "heykel"i gözümüzde daha bir gülünç kıldı. Üzerindeki elbiseyle sudan çıkmış izlenimi veren bu kadının nesi "Anadolu kadını"nı temsil ediyor, anlamak imkansız. "Adalet" söz konusu diye olacak, "yaka bağır" da açık; saçını da yeni, iki saat önce perma yaptırmış sanki. Tanrıça "Themis"i atlatarak sağ eline aldığı terazi de bir tuhaf; korkunç bir şey özetle… Anadolu''da çokça kullanılan "Allah mahkeme kapısına düşürmesin" dileğinin somut ispatı gibi bir şey bu.

Anayasa Mahkemesi Başkanı, TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanı ve Başbakan''ın (protokol sırasına göre olmadı ama düzeltmeye üşeniyorum doğrusu) hakkında konuştuğumuz bu "şey" ile karşılaştıkları andaki yüz ifadelerini unutamıyorum. Nasıl anlatmalı bilmiyorum ki..

"Muzip yüz ifadeleri" desem doğru kaçar mı acaba? Besbelli ki, Mahkeme Başkanı da aralarında olmak üzere bu önemli şahsiyetler, bütün "medeni memleketler"de var olduğu söylendiği için seslerini çıkartamadıkları bu tuhaf şey karşısında makaraları bırakmamak için kendilerini zor zaptediyorlardı. O "şey"e göz ucuyla da olsa "ciddi" bakanlar sadece korumalardı herhalde.

Halimizi görüyor musunuz? Atatürk''ün bu kez bir bar tezgahına yaslanmış gibi tasarlanmış heykeli ve yanında o "şey", karşılarında da "devletin zirvesi" olarak adlandıralan "muzip" bakışlı bir zirve…

Biliyorsunuz; ülkemizde bir "heykel" dikilmeye görsün; ne kadar çirkin bir şey olursa olsun onu yerinden etmek imkansızdır. Bu nedenle Mahkeme Başkanı''ndan rica edelim: "Heykel kirliliği"ni en yüksek seviyede yaşayan şehirlerimizi bu "sanat dalı"nın tecavüzünden korumak için hiç değilse henüz çok taze olan bu heykeli oradan kaldırın. Yeni binanızı bir heykelle süslemekte ısrarlıysanız, o zaman da sade bir "terazi" ile yetinin. Ama bu terazi Antalya''da olduğu gibi rüzgârlı havalarda ses çıkararak gürültü yaptığı için bantlarla sarılıp sarmalanan cinsten, yani tenekeden değil de "rüzgarlı havalar"da bile dengesini kaybetmeyecek biçimde alçıdan filan olsun.

* * *

"Mahkeme"den söz açılmışken son Pazar notu da yine bu alandan olsun:

10 gün kadar önce (24 Nisan) Hrant Dink''in öldürülmesine ilişkin davanın 9. duruşması vardı. Gazete duruşmada olup bitenleri aktarıyor:

"Mahkeme başkanı cüppe krizinden ardından dosyaya gelen evrakları okudu. Daha sonra Başkan Erkan Canak, Ogün Samast''a seslenerek ''Bıyık da bırakmışsın'' dedi."

Görüyorsunuz; neyi gördüğümüzün adını koymayayım isterseniz…

Ama hayret doğrusu! Bu derece ciddi bir davanın duruşmasında mahkeme başkanı Ogün Samast''a "Bıyık da bırakmışsın" diyerek "takılabiliyor".

Siz ne düşünürsünüz bilemem ama benim açımdan son derece can sıkıcı bir manzara bu.

Duruşmaya ilişkin haberleri okuyamaya devam ediyoruz:

"Samast ise, hasta hasta buraya geldiğini söyleyerek ''Hastaneye gidecektim, buraya geldim'' dedi. Mahkeme Başkanı''nın ''İyi, aferin'' dediği sırada, müdahil avukatlardan Arzu Becerik ''Hastaya benzemiyor'' diye tepki gösterdi. Samast da, ''Bana laf sokmayın, çok fena sokarım'' diye bağırdı. Mahkeme Başkanı ise ''Birbirinize laf atmayın'' dedi."

İşte size son derece can sıkıcı bir manzara daha.

"Birbirinize laf atmayın."

Bir kere daha "Hayret doğrusu". Avukat Becerik''in tepkisine karşı Samast''ın duruşma salonunda sarf ettiği bu sözlerin hak ettiği "müdahale" bundan mı ibaret olmalıdır?

15 yıl önce
Halimize dair Pazar notları
Öz eleştiri zamanı
Kupa deyip geçme
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı