|
İHH ile tanışmam

Gazze''ye ulaşmaya çalışan yardım gemisinin İsrail devletinin resmi korsanlarının saldırısına uğraması sonrasında tartışmalardan birisi de "İnsani yardım mı yoksa İslami yardım mı?" sorgulaması çerçevesinde sürüyor. Diğer bazı konu başlıkları gibi bu tartışmayı da küçümsüyor değilim.

Bugün "insani yardım" başlığı altında topladığımız hareketler aşağı yukarı 40 yıl önce, eskinin "savaşın insanileştirilmesi"(!) gibi bir amaçla donatılmış Kızılhaç gibi yardım kuruluşları ile "soğuk savaş" döneminde süren bilek güreşine yardımcı güçler olarak katılan "yardım faaliyetleri"nden tamamen farklı bir "felsefe" ile ortaya çıkmıştı. Ve tabii, bu yeni hareketin nasıl bir şey olması gerektiği yolunda, hâlâ sonlanmamış bir büyük tartışmayı da beraberinde getirerek. Bu nedenle, bizim toplum olarak çok daha geç tanıştığımız bu türden hareketlere ilişkin sorgulamamız da tabii olarak yeni yeni başlıyor.

"İnsani yardım" denilince akla gelen ilk isimlerden birisi olan Fransa''nın bugünkü dışişleri bakanı Bernard Kouchner, "Geçen yüzyılın büyük serüveni Marksizm adını taşıyordu. Yirmibirinci yüzyılın büyük serüveni ise insani yardım adını taşıyacaktır" diyordu. Bu yeni hareket, pek çok düşünürün söylediği gibi, dünyanın kapısını çalan büyük "moral ve politik kriz"den bağımsız olarak düşünülemezdi, "İnsani yardım" ve bu hareketin içinde yeşeren "insani amaçlı militanlık" ulusal ve uluslararası politik kurumlar karşısında, onlara ilişkin hayal kırıklığının sonucu olarak artık "fazla soyut" kalan bu dünyada somut dayanışma biçimlerini yaratmak istiyordu. "İnsani yardım", yalnız birey ile dünyadaki hakim olunamaz nitelikteki "küresellik" arasında artık çekilemez hale gelen "baş başalık"tan uzaklaşabilmek yolunda etkili bir araç olarak düşünülüyordu.

Avrupa merkezli "insani yardım" hareketlerinin içinde adı belki de en fazla bilineni olan "Sınır Tanımayan Hekimler" kuruluşunun adında yer alan "sınır tanımamak" vurgusunu küçümsememek gerekir. Bu o dönem dünyanın kurulu düzenine bir "meydan okuma"ydı sanki.

"İnsani yardım" konusunun dün olduğu gibi bugün de kolay bir konu olduğunu iddia etmek imkansızdır. "Devletlerin eli" nereye kadar uzanacak? Yardıma gidilen yerlerdeki otoritelerle nasıl bir ilişki içinde olunacak? Yardıma gidilen ülkelerin "kültürleri" nasıl algılanacak? Amaç yardımına koşulanların sadece "hayatta kalmaları" mı, yoksa hayatlarını devam edecek koşullara kavuşmaları mıdır? Uluslar arası örgütler ve onların eseri olan hukuk devreye nasıl girecek? "İnsani yardım"ın Avrupalı ve anglo-sakson türleri arasında ne fark vardır?

(Bakın, Zaman gazetesi dün gün içinde, Fethullah Gülen''in bir Amerikan gazetesine yaptığı açıklamaları yorumlarken nasıl sıkıntılı anlar yaşadı; demek ki, her konuda olduğu gibi "insani yardım" konusu olduğunda da genel formüller ile yetinmemek, konuları-meseleleri önceden olabildiğince yoğun biçimde tartışmış olmak her zaman yerinde bir seçimdir. "Hümanizm"in kolay bir iş olduğunu kim söyledi?)

Önümüzdeki günlerde bu ve benzer sorulara verilen cevapları yazılarımda ben de konu edineceğim. Bu bahsi burada kapatıyorum, çünkü bugün özellikle, yaralılar dışında 9 kişinin (şimdilik?) hayatına malolan Gazze seferinin düzenlemesinde başı çeken İHH''ya ilişkin içeride ve dışarıda yazılıp çizilenlere ilişkin birkaç söz söylemek istiyorum.

İHH Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım''ın Gazze''ye yardım götürürken dini aidiyetin akıllarına gelmediğini belirttiği -o onlarca kez alıntılanan- güzel sözleri gibi gemiye çıkan İsrail askerlerinin elinden aldıkları silahları nasıl hiç düşünmeden denize attıklarına ilişkin açıklamaları da yıllardır dünyanın dört ucuna insani yardım ulaştırmaya çalışan bu "insani yardım militanı"nın duruşu hakkında yeterli bilgiyi veriyor sanırım. Dolayısıyla Yıldırım ve onun başında bulunduğu vakfı bizde bazı yorumcuların, Avrupa''da ise Bernard Henri-Levy gibi "eski filozoflar"ın yaptığı gibi Hamas''ın (ya da daha geniş daireye geçerek Müslüman Kardeşler''in) bir kolu olarak takdim etmeye çalışmak haddinden fazla önyargılı ve dolayısıyla tarafgir bir tutumdur. Tamam, İHH''nın üslup açısından (Zaman''dan Kerim Balcı''nın sözleriyle) bazı zamanlar "cidal ve itidal arasında yer yer gidip geldiği" izlenimi verebilir. Bu çerçevede kimi İHH gönüllülerinin hayattayken cephelerde nasıl savaştıklarından, nasıl birer mücahit olduklarından söz edilmesi de sorgulanabilir. Hatta, Bülent Yıldırım''ın Türkiye''ye ayak basar basmaz ettiği şu sözler son derece münasebetsiz de bulunabilir: "İlk şehit düşenler Güneydoğulu vatandaşlar oldu. Kürt kardeşlerim koşa koşa şehitliğe yürüdü. Bütün dünya da görecek Kürtler İslam''ın dışında mı? Selahattin Eyyübi''nin torunları mı?"(!)

Ancak İHH benim gözümde, içinde bu ve benzer eleştiriye açık yönleri barındırsa da, her şeyden önce –din-dil farkı tanımadan- çoğunluğu çocuk on binlerce Afrikalının katarakt ameliyatını yaparak onları ışığa kavuşturan bir kuruluştur. Bülent Yıldırım, bu alanda 2012 yılının sonu için hedeflenen sayının 100 bini bulacağını söylüyordu.

Ve biliyor musunuz ki, İHH''ya yapacağınız 100 liralık (sadece yüz lira) bir bağış, çoğunluğu çocuk bu on binlerce insandan birisini ışığa kavuşturuyor…

Ben tamı tamına üç yıl önce İHH''nın başlatıp yürüttüğü bu müthiş kampanyadan haberdar olduğumda, "Ben ''sivil toplum''un İHH gibi olanını severim" demiştim.

Bugün bazı sorular benim de aklımı kurcalasa da, görmeyen gözleri ışığa kavuşturan bu vakıf için yine üç yıl önceki gibi düşünüyorum. Bu kanaatimi koruduğum için mahçup olmam inşallah….

14 yıl önce
İHH ile tanışmam
Kara dinlilerle milletin savaşı
"Avrupa fikri öldü" ödülü
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı