|
Ayasofya: Aşk ile bir daha!

Doğu ve Batı'nın birleştiği mahal olarak bakılan, her meşrebi, kültürü, kökeni kendinde toplayarak dünyanın merkezi olarak anılan Ayasofya mabedinin temsil ettiği hakikat insan-ı kâmil'in kuşatıcı mânâsıdır. Konstantiniyye'nin fethi ile doğuda ve batıda gönüllerin ihyası tevhid üzere tahakkuk edecektir.



Şimdi insanlığın celal yüzüne bakıyoruz durmadan. Sokakta, savaşta, bombalarda, hayatta, haberde, ekran karşısında... İnsanlık; celal ve cemali, teşbih ve tenzihi bir'leyen insanın yansımasından çoğalıyor oysa. Lütfi Filiz'in sözleriyle, “insanlık, tüm insanları bir insan (hazret-ül cem), yahut kendi (cem-ül cem) olarak görmek demektir.”



O hem her şeyden münezzehtir, hem de her şeyden yansımaktadır. Bu idrakin bir sırat gibi keskin köprüsünde tutunabilenler, tevhid ehli. Başka bir deyişle, Hakkı hem kendi nefsinde hem eşyada bir'leme makamına gelince, tevhid hakikatini vücudunda ispat edebiliyorsun. Ve kainata sığmayan her şey mümin kalbe sığar hale gelebiliyor. Burada mecaz yok. Gönül genişliyor, genişliyor.



Konstantiniyye'nin fetihten birkaç asır önce Latin istilasına uğradığı, Ayasofya'nın nasıl da hunharca yağmalandığı tarih kitaplarında elan canlı. Belki de fetih ile işgal arasındaki en büyük farkın tezahürü, Ayasofya üzerinden tecelli etmiştir. İsmi dahi değiştirilmemiştir. Ne bu kilisenin duvarlarındaki melek figürleri, ne Hıristiyan tahayyülünü yansıtan İsa ve Meryem görüntüleri tahrip edilmiş, ne de yıkılmıştır. Hepsi bir sıvanın altında örtülmüş, hatta kimisi asırlar sonra gün yüzüne çıkmıştır. Ne de olsa İslam hakikati mabetlerin mânâsını da, tıpkı peygamberlerin mânâsını olduğu gibi kendi kalbinde toplamış, aşk ile mühürlemiştir.



Bugün, müze olarak turistlerin istilasına uğramış olan Ayasofya, eski özelliğinden hiçbir şey kaybetmeksizin, dünyanın doğusundan ve batısından gelenlerin buluştuğu bir tevhid mahalli olma niteliğini devam ettiriyor. Varoluş hakikatine uygun olarak kullanılamazken bile. Onun harcındaki manevi hakikatler İsevi'likten Muhammedi'liğe geçişi ve dinin kemâle erişini simgeliyor, bütün bu pratikleri cem etmeyi bekliyor. Ezelden, ebede... Varlıktan yokluğa, onca kutsal kitabın sayfaları arasında, hep aynı ismin içinde, O'ndan O'na... En Sevgili'ye...



***


Ateş ve Bahçe adlı romanımda Anadolu coğrafyasında kaybolan sevgilisinin peşine düşen bir kadının bu topraklardaki sayısız çeşit yüzlerde, isimlerde ve gönüllerdeki 'sevgili'ler ile olan yolculuğunu belgelemeye çalışmıştım. Hz İsa ve Musa(as)'nın kelamından intikal eden 'Hakikat ruhu' anlamındaki isimlerin kastından 'Muhammed' ismine ulaşan yolculuğu anlatan bir roman. Hazreti Meryem'in bu geniş coğrafyada sık sık bir kaya kilisesinde veya taş duvarlarda karşımıza çıkan yüzünden, Hazreti Muhammed'in (sav) gönüllerin manasında birleştiren örtülü yüzüne. 'Bakire' hakikatinden 'ümmi' hakikatine. Efsanelerden kıssalara, değişenlerden değişmeyene... En Sevgili'ye... Nihayetinde romanın sonunda, başladığı yere gelen kahramanın arayışı Ayasofya'da kemâle eriyordu. Bütün isimleri, sevgilileri, mabedleri birleştiren, kendi hakikatine dahil eden ve el cami özelliğinin mazharı olan Ayasofya'da.



Ayasofya, Bizans imparatoru Justinianus'un rüyasında giren hazretin hediyesidir. Elinde gümüş bir levha tutmaktadır ve o vakte dek eşi benzeri görülmemiş bir kilise çizimi vardır levhada. Hazret, ona levhayı uzatır ve “tam şuraya bu kiliseyi yaptır, adını da Ayasofya koy” der. Justinianus, ertesi gün çağırttığı mimarın elinde de aynı çizimi görünce hayrete düşer. Aynı aziz aynı anda mimarın da düşüne girmiştir.



On binden fazla kişinin yapımında çalıştığı söylenen Ayasofya'nın harcında neler yoktur ki. (Bu vesileyle, öncekiyle birlikte bir üçüncü yazı da gelir inşallah.)



***


Ayasofya'ya romanı yazarken son girdiğimde çok etkileyici bulduğum Hz. Meryem ve İsa freskinin önünde donakalmıştım. Bütün yolculukların dönüşü gibiydi. Bütün çağların tohumu. Romanı yazarken Anadolu coğrafyasında en saklı köşelere girmiş, en cılız sulardan akmıştım, en bâtıl sesleri dahi işitir gibi olmuştum. Ama gezdiğim onca hikayeden, durakladığım onca yüzden sonra kayıp ama diri olan bir hakikatle bütünleştim içeride. O vakit Muhammedî hakikatin nasıl da İsevî ve Musevî makamından gelinen bir cem mertebesi olduğunu hisseder gibi olmuştum ucundan. Romana aktarabildiğim kadarıyla, acizane.



Şimdi, doğu batı birbiriyle savaşırken, talan, işgal, sömürü, kirli ittifaklar her gün başka bir yüzünü bize gösterirken: Adalet ve tevhid üzere davranmanın en büyük direniş olduğu bir dönemdeyiz. Bizi neye şahit tuttuğunu yeniden hatırlamalı Ayasofya. Bu her kültürü, dini, efsaneyi, kutsal kelamı, duaları, niyazları, kıbleleri kendinde birleştiren, cem eden ve 'el-cami' özelliğini koruyan eşsiz mabed. Tevhid medeniyetinin her tür anlamı kendinde hayat bulan ulu cami. Mutlaka ibadete açılmalı, zira kâmil insanın gönlünde her makama, her mertebeye yer var, genişledikçe, dışarıda kimse kalmayana kadar. Aşk ile bir daha!


#Ayasofya
#insan-ı kâmi
#Konstantiniyye
#ustinianus
8 yıl önce
Ayasofya: Aşk ile bir daha!
Hayalsiz yaşanır mı?
Yaralı coğrafyalarımızı konuşmaya daha yeni başlıyoruz
Sosyal Çürüme Yazıları 7: Dedelerden himmet umma cumhuriyeti
Paket iyi de ‘kampanya’ nerede?..
KDV artışının KDV indiriminden daha çok alkış aldığı ülke