|
Bir aşk şiiridir insanın sırrı!

Geçtiğimiz günlerde Karadağ'daydık. Yunus Emre enstitüsünün davetlisi olarak başkent Podgorica'da Yunus Emre ve tasavvuf üzerine bir seminer vermek üzere Mustafa Tatcı hocam ve santurî Sedat Anar kardeşimle birlikte yola çıktık. Daha önce bu grup, Sadık Yalsızuçanlar'ın da katılımıyla Yunus Emre organizasyonuyla büyükelçinin davetlisi olarak Moskova'da bir dizi konferanslar vermiş, Yunus ve Mısri ilahilerini Sedat'ın besteleriyle dünyaya açmıştık.



İki yıldır yurtdışında böyle farklı vesilelerle katıldığım organizasyonlardan hareketle paylaşılması ve kayda geçirilmesi şart olan gözlemlerim birikti. Bunları zaman zaman okurla paylaşsam da bu yazıda, Yunus vesilesiyle kendimize ve bugünümüze bakışımızın neresindeyiz; buradan açılalım.



***


“Varoluşun hakikati aşk; insandan okunur! Yunus Emre de mürşidi Tapduk Emre'den okumuştur. Onun şiirleri aşkın her daim canlı olduğunun ispatıdır.” İşte yurtdışında çağrıldığımız konuşmalarda, buradan hareketle açıyorum bir süredir acizane ‹kendi kitabımı.› Aşk ve irfan geleneğimizde mürid mürşid ilişkisinin şiire ve hayata yansıması deyince hemen her yerde ismi bilinen Yunus'dan açılış yapmak verimli oluyor. Çünkü onun şiirleri meşrebi, kökeni ne olursa olsun herkese kendi kitabını açmayı, sayfalarını çevirmeyi vaat ediyor.



Evet. Şiir; aşkı anlatan en güzel sanat diye düşünüyorum. Varlığın hakikati aşk. Aşk da insanın sırrı. Kalbiyle Rabbi arasında herkese özel biricik bir sır. Kalp insanın en mahrem yeridir ve bu sırrı ancak en mahremde barındırmak gerekir. Seyr ü süluk gören dervişler aşkı kitaptan değil insandan öğrenir. Bir başka deyişle, 'hakikat şiiri' insandan okunur. Çünkü varlığın en kâmil hali insandır.



İnsan derken, nefsinin mertebelerinde yükselerek velayet ehli olmuş mürşid-i hakiki'lerden bahsediyorum. 13. yüzyıl dervişlerinden Yunus Emre de aşkı manevi rehberinden öğrenmiş ve sonrakilere şiir aracılığıyla emanetini bırakmıştır. Bizler kabımız uyarınca yükleniyoruz emaneti. Gizli hazineden payımıza düşen nasip ne kadarsa... Ki nasip de bir sırdır.



***


İslam'ı İşid'çiler gibi terörist eylemler uygulamaktan ibaret gören bugünün küresel halklarına aşk ve irfan geleneğimizin ruhunu yansıtabilmek acil önem arz ediyor. Maksat kendini ve İslam'ı tanıtmaktan öte; insanlığın derman bulacağı evrensel bir ‹güzelleşme reçetesi'nin Müslümanlığın iç sesinde kaydedildiğini işittirebilmek.



Bu sebeple örneği sevdiğim aşk şairi Rilke'den veriyorum. 'Tanrıyı arayan şair' Rilke'nin İtalya'nın Adriyatik kıyısındaki Duino şatosuna çekilip şiiri yazması ile Yunus Emre'nin kırk yıl dağ başındaki dergaha mürşidinin emriyle odun taşıması arasında epeyce üslup farkı var.



Rilke gibi Duino şatosuna kapanıp hayali bir sevgi düşleyerek Tanrı'ya ulaşmak yerine sevdiğine hizmet ederek, halkın arasında her yaptığı işi hakkıyla yapmaya çalışarak ulaşmaya çalışmıştır Yunus, 'varlığın bir'liğine. O dergâhta yanan odunlar nasıl bir aşk ile çatırdamışsa; küllerinden yürekleri yakan harfler, kelimeler, dizeler çıkmıştır.



Tüm eylemlerini ibadet şuuruyla yapmaya gayret eden hakikat taliplerinin / saliklerin 'varlığın tekamülü'ne katkısı 'insanlığa hizmet'tir. Yunus'un kırk yıl mürşidine hizmet etmesi, dergaha odun taşıması son derece sembolik bir anlatımdır bu hizmete dair. Maksat, her baktığında dost yüzü görmek, nereye dönersen dön, celaline de cemaline de O'nun yüzü olarak bakmak upuzun bir insanlaşma serüveni.



“Allah, göklerin ve yerin nurudur” ayetinden mülhem; her şeye O'nun nuru olarak bakabilme mahareti, seven ve sevilenin aynı nurdan olduğunun idrakidir tevhid. Yunus olup Tapduk'unu yutmak, onun içinden kendini çıkarmaktır amaç. Bunun için tevhid hakikatini vücudunda / hayatında yaşamak ve ferdi olarak ispat etmek gerekir.



***


Mürşid; Hazreti Peygamber'in (sav) hakikatini kendinde temsil eder. Mürşid-i hakiki'ye itaat, Resulullah'a itaat anlamına gelir. Ki bu da Allah'a teslimiyetin ispatıdır. İşte Yunus Emre için de mürşidi Tapduk'un yüzü özün özü'dür. Bütün hallerin toplamıdır. 'Vechullah' sırrı bu yüzün içindedir. Gecesi onun yüzüyle nurlanıp gündüze dönmüştür Yunus'un.



Bir beytinde buradan hareketle birlik ve cemâl isteyen başka 'nesne' dile getirmemeli der. Talibin sadece Hakkı anması ve her baktığına Hak nazarıyla bakması, hem zihinde hem gönülde başkası ve öteki fikrinden kurtulması demektir. Yani maşuk bir suretten gözükse de aslolan onun her suretten göründüğünü idrak etmektir. Bu idrak, toplumsal hayatta tüm çeşitleri kapsayan bir birliğe tekabül ediyor.



Avrupa Birliği gibi pasaport vize gerektirmeyen gönüller birliği hudutsuzdur. Sevdikçe genişler. Evrensel barışın da ana temasıdır gönül. Adalet duygusu ancak böyle bir örtüşme, buluşma ve hemhâl olma saikiyle tatmin buluyor. “Bir ben vardır, benden içre”nin tüm anlamlarıyla birlikte!



İşte İslam'ı hiç tanımayanlar için müthiş bir imkân bu. Her türlü birliğin buluştuğu gönüllerde bir Yunus dirildikçe: Tasavvuf seminerleri kalpten kalbe yollar açarak, muhabbete dönüştürüyor kitap harflerini. Her seferinde anlıyorum ki: Kalpteki sırrın paylaşımı tam da bir aşk şiiri olmalı!


#Mürşid-i hakiki
#Bir aşk şiiri
#Yunus Emre enstitüsü
#santurî Sedat Anar
8 years ago
Bir aşk şiiridir insanın sırrı!
Kamu yönetiminde bölüşüm sorunu ve çözüm yöntemi
Başıboş köpek sorunu nasıl çözülür?
Gazze yanarken Hac ve Umre
Fiîlî işgalden zihnî işgale kapitalizmin insanı ve hakikati yok ediş serüveni… 
Yeni anayasa tartışmaları ve siyasetin normalleşmesi