|
‘Def ve santur ile şarkı okuyalım’
Türkiye gibi sabah akşam ağır gündemlerle yatıp kalkan bir ülkede aşktan, birlikten, barıştan bahsetmenin içi çoktan boşaldı. Anlamlı olan bunu yaşamak, yaşatmaktır... Şimdi savaştayız. Kan oluk oluk dökülüyor...

Terörü, canlı bombaları, sokağa isyan çağrılarını meşrulaştıranların barıştan ne anladığını yıllardır gördük, görüyoruz. Barışı başkasına bırakmayıp kendi tekelinde olduğunu sananlar, asıl şiddeti doğruyor.

Barışın bir diğer adı savaş bu topraklarda. Kimileri için, artık kan döke döke öğrendik bunu, öğreniyoruz. Barış olalım o halde. Asıl direniş bu. Barışı söz olmaktan çıkaralım, vücudumuza, her azamıza tatbik edelim. Dilimize, gözlerimize, kulaklarımıza, gönlümüze...

Savaş olanca hızıyla devam ederken, barıştan söz açalım evet. Barışın ruhunu kendi icralarıyla dirilten, gündelik hayatın maneviyatından zevk almamıza vesile olan, bizzat sesleriyle, dilleriyle, gönülleriyle katkı sağlayan kişiler var aramızda. Kimi dünyanın dört bir yanına seyahat ederek farklı dillerde kalbin anadilini insanlığın evrensel üslubuna tahvil etmeye çalışıyor. Kimi taşrada, tenhalarda, içerilerde gece gündüz sohbet ederek gerçeğin açık gönüllere doğmasına yardımcı oluyor.

Kimi de Sedat Anar kardeşimin yaptığı gibi, bizzat ses oluyor. Bize selamın, barışın, irfan ve aşkın ne olduğunu bestesiyle, çalgısıyla ifade ediyor. Diliyle, sesiyle gönle dokunuyor, gönlü dokuyor. Pek çoğumuz konuşmalarında veya yazılarında Yunus şunu dedi, Mısri bunu dedi diyerek 'alıntı Müslümanlığı' ile yetineduralım... Sedat; bizzat bu zatların canlı söz olduğundan hareketle, onların sözüne ses oluyor, beste oluyor ve böylece bizzat Yunus oluyor, Mısri oluyor!

Sedat, yirmi altı yaşında, Urfalı. Halfeti'de doğmuş. Bu bölgenin meşhur hikâye anlatıcılarından birisi olan Dengbej İbrahim'in torunu. “Sonuçta, bir tarafın Suriye sınırına yakın, Arapça şarkılar öğreniyorsun; bir tarafım Türkmenlere yakın bir sürü Türkçe şarkılar; bir tarafım Alevilere yakın, bir tarafta Kürtler var. Yani kısaca bir kültür çemberinin içindesiniz ve bir sürü dilden şarkı söylemeye başlıyorsunuz.” Böyle diyen Anar, pek çok dilde şarkı söylediği gibi, üç bin yıllık bir saz olan santur ve bir saz olan tenbur ile birlikte on küsur saz çalıyor, bahsetmek istediğim üçüncü albümünde.

Onun müziğiyle ikinci albümü Amak-ı Hayal çıktığında tanışmış ve çok sevmiştim. Bütün beste ve aranjeleri kendisine ait olan şimdiki albümünün adı ise Aşık Ölmez. Yunus Emre Enstitüsü'nün de katkıları ile yine Kalan Müzik etiketiyle çıktı. Sedat'ın albümünü bu kanlı savaşın ortasında neden ille anmak istediğimi sanırım anladınız artık: Barışın anadilini besteliyor Sedat. Bizi yeniden kalpler ittifakında buluşturuyor. Barış oluyor bizzat.

Geçtiğimiz aylarda Sedat ile birlikte Moskova'da Çaykovski Devlet Konservatuarı öğrencileriyle, Aşık Ölmez adlı albümünü ithaf ettiği Mustafa Tatcı hocamız ve Sadık Yalsızuçanlar ile üç gün boyunca Yunus Emre şiiri ve aşkı konuştuk. Farklı kesim ve yaşlardan pek çok kişiye Yunus ve Mısri bestelerinden oluşan eserleriyle konserler verdi Sedat. Ve şahit oldum ki, gönülden gönle en kısa yol müzikti. O kadar ki, kimi zaman tekke usulü gazellere tüm salon eşlik etti.

Evet, yavaş yavaş da olsa... Yunus'lar Mısri'ler yeniden yetişiyor bu topraklarda. Bu umudumuzu besleyen bir diğer etkinlik de yine hocamızın Yunus külliyatından (Bkz: H yayınları) yola çıkılarak Ramazan boyunca TRT ekranlarında yayınlanan 'Aşkın Yolculuğu' adlı dizi oldu. Bu diziye gösterilen ilgi şunu kanıtladı ki; insanlığın evrensel sesini yankısı olan aşk şahitlerinin eserlerini okuyup alıntı yapmakla yetinmek yerine, yaşamak istiyoruz artık.

Yunus ve Mısri gibi (ks) tüm Hak dostlarının canlı sözüne bugünün diliyle tercüman olan, her kim ise: Hakikatin genişleme prensibi uyarınca, Yunus'u Mısri'yi de yutarak, ruha tekamül ettiriyor muhakkak. Bu vesileyle, bu kez de Tika'nın katkılarıyla yayınlanan 'Arşiv Belgelerine göre Niyazi Mısri' (Hz: M. Tatcı- M. Çam) kitabından da bahsetmem gerek.

Çünkü bu kitabın takrizinde Tika Başkanı Serdar Çam'ın da belirttiği gibi, Hazretin (Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı) Limni adasında bulunan dergahı ve yıkılıp yerine dört katlı bir bina yapılan türbesinin Yunanistan ile ilişkilerimiz içinde yeniden ele alınıp değerlendirilmesinin tam vaktidir. Türkiye'nin nefsini durmadan kaşıyan ve otuz bin canına malolan savaşın sonlanması yolunda Sedat gibi sivillerin 'barışın dili' olması ne kadar kıymetliyse... Barışın dilinin bizzat devlet tarafından kurumsallaştırılması da o kadar kıymetli. Bu ihtiyaç bu dönem giderilmeye başlandı. Fakat, bu elbet yeterli değil.

On yedinci yüzyılda yaşamış ve ayağındaki bukağıyla on altı yıl sürgünde kaldığı Limni'de göçmüş Niyazi Mısri'ye haksız yere zulmeden devletin bir bir elinden çıkacaktı adalet ile hükmettiği yerler. Şimdi adalet ve barışı diriltmeye niyetliysek, aşk şehitlerinin ruhaniyetlerinden özür dilemekle büyük bir adım atmış olacağız. Çünkü ülkemizin ve insanlığın 'medeniyet arşivi'ni aşk şehitlerinin sözünü sadece alıntılayarak değil, onların ruhaniyetine bir selam niyetiyle, eyleme geçerek, bugünün dilinde yeni şahitler çıkararak oluşturacağız.

Yazıyı; Sedat'ın albümünde Asaf Halet Çelebi'nin dizelerinden yaptığı alıntıyla bitirelim: Süleyman bağlarına gidelim. / Anda bir salkım üzüm yiyelim. / Def ve santur ile şarkı okuyalım Rabbe...”
#sokak isyanları
#terör
#Aşık Ölmez
#Rabbe
9 yıl önce
‘Def ve santur ile şarkı okuyalım’
Kamu yönetiminde bölüşüm sorunu ve çözüm yöntemi
Başıboş köpek sorunu nasıl çözülür?
Gazze yanarken Hac ve Umre
Fiîlî işgalden zihnî işgale kapitalizmin insanı ve hakikati yok ediş serüveni… 
Yeni anayasa tartışmaları ve siyasetin normalleşmesi