|
Gönlüne koyduğu sınırlar, insanın üzerine çöker
Kadavra medeniyetini yıkıp nur medeniyetini yapmak kolay değil. İçimizde ve dışımızda her geçen gün yükseliyor duvarlar. Betonarme yapılar, çelik konstrüksiyonlar vs.. Buldozer getirtmek gerekir, dinamitle patlatmak belki de. Bir yandan yıkılırken, bir yandan yapılmalı insan. Tıpkı medeniyetler gibi.

Avrupa Birliği mesela. Hudutları örtülü, kenarları dikenli telle çevrili bir duvar. Türkiye'ye sığınan savaş mağdurları iki milyonu geçmiş olduğu halde Avrupa ülkeleri birkaç binle sınırlamaya çalışıyorlar ölümü göze alarak sınırlarına dek gelebilen mültecileri.

Sanki onlar yuvalarını topraklarını terk etmeye çok meraklıymış gibi... Ve sanki ülkelerinde sonlandırılmayan, durmadan ateşi harlanan savaşın sorumluları arasında yine bu ölümü göze alarak sığındıkları sömürgeci aktörler yokmuş gibi.

Evet böyle salt kendi çıkarlarını gözeterek koyduğun medeniyetin hudutları, insanlığın evrensel / ilahi niteliklerine çelme takıyor durmadan. Yıkamadığın her duvarın, her nefs putun, sahiline vuran insan cesetleri olarak çıkıyor karşına. İnsanlığın karasularını kuşatamayan bir birlik imgesini küresel denizlerde batırılan botlarla oluşturamıyorsunuz.

Kendi varoluş kaygısına yatırım yapmaya yöneldi Avrupa Birliği de büyük ölçüde. Dışarıda kalan ülkelere yaptığı yardımlarda ise insanlığın gözyaşını dindirme kaygısından ziyade, kendi çıkarlarını gözetme, tahakküm ve suiistimal kaygısı önde oldu. Seksenlerden beri bu yaşlı kıtaya göç edenleri kendine benzetebildiği oranda içine alan, hiçbir zaman tam olarak benimsemeyen bir birlik oldu.

Bir vakitler AB'ye girmeyi savunurken, bir medeniyetten diğerine hicret edeceğimizi umuyor değildik. Fakat siyaset ön plandaydı. Devlete ve siyasete, sosyal iktisadi kültürel hayata egemen olan vesayet sisteminin çözülebilmesi için geniş bir demokrasi perspektifini hedeflemek tek yol idi.

Bu hedef koyma hamlesi (hükümetin de aynı yöntemi izlemesiyle) AB ruhunu kısa sürede açığa çıkarmaya yetti. Türkiye'ye takoz koyan içerdeki ve dışarıdaki aktörleri açığa düşürecek denli samimi ve net bir hedef ile AB kriterleri için uğraştığımızda, zaten ilk çözülen bu birliğin kendisi oldu.

Türkiye'ye itiraz sesleri hızla yükseldi. Avrupa Birliği, kendi hudutlarına daha kalın bir duvar örmek suretiyle, kendini içeriye gitgide daha fazla hapsetti. Salt kendi benzerleriyle medeniyetini devam ettirmeye çalışıyor şimdilerde. İçten içe nasıl çöktüğünü gündelik hayatın dip akıntılarında, sanatta, maneviyatta biraz görerek, biraz görmeyerek...

Batı Şeria'da İsrail'in ördüğü duvarı gördüğümde de aynı hisse kapılmıştım. Medeniyet kaygısı, tehditleri dışarıda bırakmayı veya onları insanlık dışı yollarla savuşturmayı değil; yaşanan yıkım ve katliamlarda kendi suçunu kabullenmeyi bilmekle kuşatıcı bir niteliğe bürünür.

Tevazu ile yönetmenin tek yolu da ister birliğinde, ister ülkende, ister işgal ettiğin topraklarda isterse de kendi küçük dünyanda olsun zulme yol açan sınırları kaldırmakla başlıyor. Sınırsızlığın bir tür ölçüsüzlük olduğundan hareketle, elbette kast ettiğim başıboş bir ölçüsüzlük değil. Kuralları, tanımları, hukuku meşru bir biçimde çizilmiş bir sınırsızlıktan bahsediyorum.

Gönlün görünmez kayıtlarıyla belirlenmiş, içerisi ile dışarısını geçişken ve kesintisiz bir devamlılık kılabilmiş, çoğulculuğu sindirebilmiş, göğsü genişleten bir birliğin sınır noktalarında zulmetmeye ihtiyacı kalmaz artık.

Kontrol noktalarınızda vurulan masum kız çocukları ile karasularınızda batırılan botlardan denize dağılan cesetlerle evrensel, çoğulcu, kuşatıcı bir birlik kurabilmeniz mümkün mü?

Kurduğunuz topluluğun evrensel bir tınısı olması için insanlığa hitap edecek bir kadim bilgiyle veya uygulama ile donanması gerekir. Aksi takdirde defalarca yazdığım gibi, ancak kadavra medeniyeti kurulabiliyor. Nefsin hicretiyle yeni bir çağı başlatan bir ruh medeniyeti ise kurulamıyor.

Bunun hammaddesi elbette adalet. Nefs ile ruhun bir hizaya gelebilmesiyle tecelli ediyor adalet. Yerli yerinde olması her şeyin; insanın insanlığına kavuşmasıyla başlıyor.

Şimdi memleketimizde kan oluk oluk akarken, gencecik çocuklar vatan savunmasında şehit olurken, halkını sessiz kalmakla veya ana babaları şehit evlatları üzerinden kazanacakları paraya göz dikmekle itham edenler var. Onları gördükçe zulmün en büyüğü kalbin kaskatı kesilmesi değilse nedir, diye sormak gerekiyor. Başkalarıyla arasına koyduğu bütün sınırları kendi üzerine çökmüş bir medeniyet kırık kalpleri onarabilir mi, teselli edebilir mi?

Gönlün sınırlarını kaldıramayan, gönlü genişletemeyen her medeniyet hamlesi işgale dönüşüyor, fetih olamıyor. Bunun bedelini ödeyen masumların can sırrı ise evrensel / ilahi adaletin asli boyutunda saklı.
#Avrupa Birliği
#Medeniyet kaygısı
#adalet
9 yıl önce
Gönlüne koyduğu sınırlar, insanın üzerine çöker
Şehirleri boşaltın!
Kamu yönetiminde bölüşüm sorunu ve çözüm yöntemi
Başıboş köpek sorunu nasıl çözülür?
Gazze yanarken Hac ve Umre
Fiîlî işgalden zihnî işgale kapitalizmin insanı ve hakikati yok ediş serüveni…