|
Hayatın mutfağında...

80'lerde ve 90'larda gazeteci idim. 90'ların başında editörlük ve yöneticilik dönemim başladı. Bir yandan yazma faaliyetleri devam ediyordu. O vakitler “ha siz şimdi işin mutfağındasınız” dediklerinde çok hoşuma giderdi. Mutfak deyince hep severim. O zamanlar da seviyordum. Çalıştığın şeyin içinde olma hali. Yüzeyden geçip derinleşme, her şeyiyle dahil olma hali.



Çalıştığım her yayınevinde, gazete binasında bu sebeple olsa gerek yıllarca hep mekâna yayıldım, durdum. Gözlerim kan çanağı olur, yine de hiç kaldırmazdım başımı ekrandan. Hatta “herkes gider, Leyla kalır el sallar” diye takılırlardı bana.



Gelen yazıların tashihi, yeniden kurgulanması, sayfa tasarımları derken... Diş fırçam, terliklerim, gece yastığım, nemlendirici kremlerim, saç fırçam çantamdan hiç eksik olmadı. Binaların herkes gittikten sonraki ıssız haline hep aşina oldum. Uzaktan çalan bir telefon, güvenlikçilerin yankılanan kahkahası, bilgisayarların dinlenme programından ekranlara yansıyan geometrik şekiller, otomatik makinelerden indirdiğim plastik bardaklarda acılaşmış çay, kahveler...



Ve bir de bitip tükenmeyen insan ilişkileri. Yöneticilerle elemanlar arasında, muhabirlerle yazarlar arasında, farklı gazeteler ve binalar arasında... Bitmeyen meseleler. Türkiye gibi sert ve karmaşık gündemleri olan bir yerde, kendi rahatınıza / vasatınıza hiç gömülmeden devam etme zorunluluğu da cabası.



Bir keresinde, gece yarısı binadan çıktığımda güvenlik kulübesinin neredeyse önüne bıraktığım arabamın yerinde olmadığını görüp şok geçirmiştim. Evet cidden de çalınmıştı arabam. 90'lı yılların yeni model Şahin'i taksi olarak Bursa'ya gitmişti. Dört yıl sonra bulundu.



Muhabirlikten epeyce farklıydı sahiden mutfakta olmak. Hele yayın sorumlusu iseniz, her şey size emanettir. O kadar ki bazen iki üç gün eve gitmediğim olurdu. İşin mutfağında derken İkitelli'deki akıllı binaların son derece rahatsız çalışma masalarında, sandalyelerinde sabahı etmişliğim çoktur.



Sabahları gazeteciler ve çalışanlar gelmeye başladığında elimi yüzümü yıkar, makyaj tazeler ve sanki yeni uyanıp da işe gelmişim gibi kaldığım yerden devam ederdim. Gündem toplantıları, yapılacak haberlerin kararı vesaire... Bu bitmeyen performans, benim gibi mutfakta çalışanların pek çoğunda da böyleydi, epeyce yüksekti.



Tek tesellim sabahları gittiğim spor tesisinde uzun uzun yüzmekti. Mini bir valizle geldiğim gazete binasından ne vakit çıkacağım hiç belli olmadığından, sıhhatimi korumayı buna borçluydum. Gerisi işin mutfağı!



***


Gazeteciliğin mutfağından romancılığın mutfağına! Mesleği bırakıp evde çalışmaya başladığımda, sudan çıkmış balığa döndüm ilk aylarda. Fakat yazmanın ev haline yine de çabuk alıştım denilebilir. Seherde uyanıp çalışmayı, günün ilk ışıklarında gökyüzüne bakmayı, sabah yürüyüşünden sonra ikindiye dek aralıksız yazmayı hep evde çalışırken öğrendim. Disiplini hiç elden bırakmadım denilebilir.



Fakat kısa zaman sonra evdeki masama sığmaz oldum, ne yaptığımı tahmin ettiniz herhalde, mutfağa geçtim.



Mecazdan gerçeğine. İşin mutfağından evin mutfağına!



Neredeyse yirmi yıl geçmiş şimdi üzerinden. Evet, evde çalışmak yarı yarıya mutfakta çalışmak oldu benim için. Hele romanıma iyice gömüldüğüm dönemlerde tası tarağı toplayıp mutfağa yerleşirim. O vakitten beri bu üçüncü ev, üçüncü mutfak. Kim bilir kaçıncı roman.



Şimdiki mutfağı hiçbirine değişmem. Penceresi bahçeye bakıyor. Tavuk sesleri, kuş cıvıltıları, manolya, erik, ceviz, ıhlamur ağaçları, kediler. Az ilerde bütün ihtişamıyla Anadolu hisarı, Sevda tepesi, martılar, poyrazda hışırdayan kış gülleri... Pencerenin önünde, mutfak masasında açıyorum tezgahımı. Dolapların üstü ve baharat rafları kitap dolu.



Şu an mesela Mahmut Kaya çevirisiyle Kaside-i Bürde, Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Kamil İnsan'ı, Şeyh Bedrettin'in Varidat'ı var zeytin kabıyla fındık badem çanağının arasında. Nar kasesinin hemen ardında ise Gaybi ile Hüdai Divanı duruyor. Masada aşk bağının üzümlerinden özel imalat pekmez ve taze çekilmiş filtre kahve ile Osman Kemali divanı bugünlerimin olmazsa olmazları.



Kırmızı mercimek ve kuru börülce kavanozları eşliğinde, bir yandan kereviz yapraklarını ayırırken bir yandan mısır ekmeği yaparken yazdım yeni biten romanımı. Her seferinde mutfak bir yardımcı karakter olarak girdi hikayelerime.



***


Bir sefer: “Soyulmuş bademimle geliyorum. Yaz köşkümüzü hazırla.” Diye seslendim romandan. Hep aynı yerde yaşamak müthiş tevhidî bir pratik kazandırıyor insana. Bir masa ve sandalye. Bilgisayarını açıp roman yazdığın yere tabak koyup yemek yiyorsun, hamur açıyor, fasulye ayıklıyorsun, tesbihat yapıyor, divan okuyorsun, telefonda konuşuyor, dua ediyorsun.



Ayağını koyduğu yere alnını koyup ibadet eden Müslüman gibi. Bir şeyde binbir imkan. Bir çeşitte binbir derinlik. “Alev alev eriyor kızgın yağda her iyi niyet.” Dedim bir başka romanda. “Sen mutfağa giriyorsun yine havanlarda çiğnenerek.”



Kimi zaman fırında yemekleriyle, kurabiye ve pasta tarifleriyle, kimi zaman boş cam kavanozları ve baharat kutularıyla, bazen bir kurban eti kavurmasıyla, bazen erik kayısı marmeladı yapımıyla girdi mutfak sayfalarıma. “Tenceremde irmiğin gözyaşları” oldu bazen mutfakta edebiyat. “Billur kaselerde yapacaksın yalnızlığını. Zıpkın ile mızrak arasında yufkayı bilen ellerin beyaz yalanlar öğütüyor” diye de yazdım.



“Galiba bir mozaik pasta gerek hepinize” demişliğim de oldu: “Fırın ısındığında güveç kabını içine yerleştirdin. Fasulye, nohut, pazı yaprağı, patates, havuç. Tüm kanallarda haber vakti. Kakao, şeker, yağ, pötibör bisküvi. Çocukken oynadığınız bir oyun gibi. Önce sen vur!”



İşin mutfağı bu işte. Bizim mutfak. İçi var, içi var. İçeride biri var! Sayfalar arasından işte bir çağrı daha: “Bir sızıntı usulca baharat kavanozlarından. Çilek reçelimin tadı damağında kalmıştır. Sümbül saksımızda yeni bir soğan. İncirler kurtlanmadan son yağmurlarla. Dön.”




#Yayınevi
#Gazete
#Şeyh Bedrettin
7 yıl önce
Hayatın mutfağında...
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle