|
İyiliği emret, kötülükten sakındır derken...
Dışımızda ne oluyorsa başımıza da o geliyor. İçin dışa yansıması da böyle; halka halka açılıyor, nefsindeki nefretten eşinle kavgaya, koalisyon görüşmelerine, sınırdaki kıyımlara, katliamlara vs. Şimdi mesela ne koalisyon görüşmeleri ne Kobani'de yaşananlar durdurabiliyor nifak ve fesadı.

Görünmez şiddet ve tahakküm de sınırlarımızdan içeri çoktan girmiş, saat başı mesaide. Eşbaşkanlar, partililer, eşler, dostlar kavga halinde. Arkadaşlar birbirini dinlemeden, birbirine dokunmadan, yaklaşmadan düşman oluyorlar bir çırpıda. Gerçeği bilmeden, gerçeği merak etmeden yargılıyoruz, infaz ediyoruz birbirimizi durmadan.

Sadece medyada değil. Sözgelimi Ramazan gecelerinde. Teravihlerde. Yanınıza bir hanım yaklaşıyor. Affedersiniz diyor. Bu camide verilen iftarı kim organize ediyor, belediyeler mi... Yo diyorsunuz, sivil insanlar, münferit. İyiliksever vatandaşlar. Ama kim o zaman, kim, kim! Sağ elin verdiğini sol el duymayacak. Kendilerini açığa çıkarıp gece gündüz benlik taslamak zorunda değil herkes. Hanım tatmin olmuyor:

Ama ben yediğim yemeğin helal mi haram mı olduğunu bilmeliyim. Piyasada bir yığın sahtekar dernek var. Kandırılıyor muyuz.... İçinizden şunlar geçiyor: Hanımefendi, önemli olan sizin hüsnü niyetiniz. Karşınızdakinin size yalan söylediğini düşünüyor ve ille sorgulamak istiyorsanız, siz bilirsiniz, gelmeyin iftara. Haliniz vaktiniz yerinde.

Ama hayır, beriki uzatıyor, uzatacak: Ben bilmeliyim, hangi kuruluş düzenliyor, kaç kişi katılıyor, kim bunlar, kazançları helal değilse olmaz... Fena çattık diye düşünüyorsunuz. Burada da mı bir provokatör! Yapılan iyiliğin savunulması gerekmiyor ki. Ama savunmak zorunda kalıyorsunuz. Susuyorsunuz. Bilmediğini sorgulayıp yargılamanın ve infaz etmenin sınırında bir hanım, nifak tuzağında. Vehimlerinin esiri olmuş, üstelik de bunu dini adına yapıyor. Bağırıp çağırıyor, uzatıyor, uzatıyor camide. Ne deseniz yetmiyor.

Bir başka gün. Hanımlar cemaatinde bir kadın, teravih boyunca kendi kendine namaz kılıyor. Bre kadın niye camiye geldin, evinde kılsaydın diyorsunuz içinizden. İmama hiç uymuyor. Üstelik de fısır fısır ne okuyorsa, hiç ara vermiyor, cemaati de rahatsız ediyor, kafalar karışıyor, huşu dağılıyor. Acaba büyü mü yapıyor diyor biri. Hatimli mi kılıyor diyor bir başkası. Ama böyle olmaz ki diyor diğeri... Kimse ona bir şey diyemiyor.

Ona demiyorlar ama bir başka gün bir tek saç teli yüzünden kıyamet kopacak. İki arkadaş seccadenizi açmış, namaza durmuşsunuz. Derken ön sıradan bir hanım bu mekruh, mekruh diye size dönmüş söylenmeye başlıyor. Nedir mekruh olan? Ayağınızı bastığınız seccadeyi kirli kirli caminin halısına koymuşsunuz, bir de utanmadan alnınızı değdiriyormuşsunuz. Suçlusunuz. Şaşkınlıktan bakışıyorsunuz.

Bu da nereden çıktı, siz hiç Kabe'de namaz kılanları görmediniz mi.. Müslüman, ayağını koyduğu yere alnını koyar, birlenir, tevhidi varlığın bütün katmanlarında hissetmeye çalışır. Kainatın bütün hallerinden geçerek diğer bütün mahlukatın şükrünü eda eder. Yeryüzü mescit olur, ister toprağa, çimene secde et, ister cami halısına, seccadene. Mekandan münezzeh olur hakikat. Diyemiyorsunuz bütün bunları... Kekeliyorsunuz sadece...

Ve aynı anda yan taraftan bir başka taarruz. Seccadenizin üzerinde insan başları varmış. Yok artık, kamera şakası gibi. Sakin olmaya çalışıyorsunuz. Hanımefendi gözlüğünüz varsa, takın öyle bakın, bunların hepsi çiçek. Ne yüzü, çıldırdınız mı? Hayır çıldırmamış ve ısrar ediyor.

Bir diğeri ise bir başka gün önündekini uyarıyor. Kızım saçın çıkmış, sok içeri. Kıza bakıyorsunuz, çıkan belki bir tek saç teli. Belli belirsiz. Görmek için secdeyi kıyamı bırakıp sadece ona bakmak gerekiyor. Teyze, ona buna bakmaktan gözünüz kayıyor, şaşıyor durmadan. Sizin namazınız bozulacak, kendi ibadetinize bakıp, soğutmayın bu gençleri camiden böyle... Diyesisiniz. Birazcık söylüyorsunuz, içinize doğru. Aman tatsızlık çıkmasın. Cemaatin huşu içinde namaz kıldığını, aşk ile bir daha, bir daha secdeye vardığını tahayyül ediyorsunuz çünkü.

Birazcık uyarmaya çalıştığınızda herkes hazırcevap: “İyiliği emretmekle, kötülükten sakındırmakla görevliyiz.” İyi de kardeşler, bu önemli görev bu üslupla mı ifa edilir! Bu tahakküm dolu, benlik fışkıran üslubunuz karşınızdakine gerçek anlamda yardımcı olmuyor ki! Aksine. Ters tepiyor. Böyle diyerek siz de onları uyarmaya çalışıyorsunuz. Boşuna.

Acaba kendimdeki bir kusuru düzeltebilir miyim, mesela gözüm devamlı sağa sola kayıyor namazda. Saf tutmayı da beceremiyorum. Durmadan konuşup dedikodu ediyorum yanımdakiyle. Başkasında bir kusur gördüğümde daha kibar, daha gönle hitap edecek şekilde nasıl iletebilirim bu kusurları, belki kendimdeki bir kusuru gidermeye çalışsam, daha hayırlı olurdu... Demiyor kimse. Diyemiyor.

Evet. Eşbaşkanlar, partililer, eşler, dostlar, arkadaşlar birbirini dinlemeden, birbirine dokunmadan, yaklaşmadan düşman oluyorlar bir çırpıda. Yargılıyoruz, infaz ediyoruz birbirimizi durmadan. Bu şekilde başka nasıl olabilir ki!
#kobani
#Eşbaşkanlar
#partililer
#eşler
#dostlar
#arkadaşlar
9 yıl önce
İyiliği emret, kötülükten sakındır derken...
Kara dinlilerle milletin savaşı
AYM’nin dershaneler kararı nasıl okunmalı
Rusya"nın Kosova"yı bölme taktiği
Tasarruf aracı olarak altının ekonomiye katılması
“Almanlar et başında”