|
Kendine bakan göz!

Bahçeye bir puhu kuşu geldi geceleyin, öylesine uzaklardan gelmiş gibiydi ki, boğuk ve derinden kesik kesik hu'lamasını dinlerken karanlığın içinde bütün mesafeler yakına geldi, sanki alemlerin bütün zikri bu ötüşün yankısı oldu çıktı.



Bir an başım döndü, pencerenin önünde Osman Kemali'nin bir şiirini okuyordum. Başımı kaldırıp pencereden dışarı, geceye baktım. Bulutların arasında bir görünüp bir kaybolan ayın gerisinde yıldızlar pervaneye benziyordu.



Memlekette ve dünyada fitne, öfke, nefret ve çatışma ile öylesine yorulmuşum ki, gecenin yüzünde bir yerlerde kaybolup dinlenmeye çalıştım. Uzakta bir pencerenin önünde yanan cılız mum ışığını fark ettim derken. Sadakatle, vefalı bir dost gibi itiraz etmeden kendi kendini yakmaya devam etmesinin anlamını düşündüm.



Yakarken eriyor, yanarken aydınlatıyordu mum.



Pervaneyi ateşin cezbesinde kül olmaya götüren şevk, alevden bir esindi. Sır, mumun da pervanenin de yanmayı bilmesinde olmalıydı.



***


Penceremin açıldığı gecenin içinde birbiriyle dost olmuş hilal, bulut, mum ve puhu kuşunu seyrederken birbiriyle ilişkisi olmayan hiçbir şey yok diye geçirdim içimden. Bütün bu bağı kuran gönülden bir göz olmalıydı bakan.



Karanlığın bile yüzüne baktıkça kendini gören gözler olmalıydı.



“Büyük insanın içinde bu cihân nokta değil / İçini bilmeyen iç yüzde değildir Adem / Kalb-i ârif harem-i aile-yi sübhândır / O haremgâh-ı Hüdâ'ya giremez nâmahrem.”



Manada alem-i ekber denilen kamil insan hazretlerinin içinde bu cihan bir nokta bile değildir diyordu âmâ bir zat olan Kemali'nin sözlerini şerh eden M. Tatcı, dizelerin arasında. “Vücud birdir. O da Hak'tır. Hz. Ali efendimiz bunu “ilim bir noktadır, onu cahiller çoğalttı diye anlatır. O nokta, vücudunu Hak'ta fani kılan Adem'de gizli.”



Dürülüp bükülmüş, kat kat manası içinde Kuran olmalıydı bu. Canlı Kuran. Onunla ikiz olan. Hazreti İnsan. Maksat o noktaya hayatta iken vasıl olmak, hakikate karışmaktı.



Arifin kalbine gelince. İşte burada gecenin içine topladığım bütün anlamlar birleşiyor, külli bir mânâ oluyordu ne varsa. Bahçenin karanlığıyla göz göze geldim. Görmenin sevmekle olan ilişkisini kurmuştum bir an.



Bakabilmeyi bilen için Kemâli gibi âmâ olsa bile her zerresiyle görmek mümkündü. Çünkü her şey Hakkı işaret etmeye başlıyor olmalıydı aşk ile bakmaya başlayınca. Başka neyi görmek içindi ki göz? Bir türlü kendine bakamadıktan sonra!



***


Evet illa aynadır gereken, bakamadığım gözlerimin sırrını bana gösterecek olan. Şu alemlerin gece ışığında bir hu ile yankılanan ol nefesti ki, Kemali'nin dizelerinde billurlaşmıştı: “Hele insan yüzü mir'ât-ı Hudâ'dır bî-şek / Gören insana, gönülde görünür sırr-ı ehem.”



Şüphesiz insan yüzü Cenab-ı Hakkın aynasıdır. Gören insana hakikat sırrı gönülde görünür. Bunu okuduğum esnada puhu kuşu yeniden hu'ladı. Ne müthiş bir sözdü bu.



Hakikat sırrı gönülde görünüyorsa, onu gösterecek ayna çok temiz, pırıl pırıl olmalıydı. 'Tam model' bir kamil insan yüzü olmalıydı. Tam bakamayanın eksik gördüğü!



Allah ehlinin kimseyle paylaşamayacağı sırların haremi tam da arifin kalbi değil miydi? Arifler sırlarını ancak ehli olana açar, paylaşırlar. O halde, kalbini sır etmeden, emanet ehli olunamıyor, ayna da sırrındaki görüntüyü tastamam yansıtamıyordu.



Çok ince, çok hassas bir optik denklemi. Kemâl yolunda sülûk edebilmek için, Kemâli hazretleri gibi vesileye yapışmak, kamil insanın yüzüne bakmak ve asıl onu görmek gerekiyordu. O insan ki Hakla alıp Hakla veren, Onun gözüyle gören, Onun kulağıyla işiten...



Hazreti Ali'nin “görmediğim Allah'a inanmam” demesindeki incelik gibi tıpkı. O sultanına öyle bir bakıyordu ki, onun yüzünden tüm alemleri tastamam, bütün berraklığıyla görüyordu.



“Her nereye dönse onun yüzü”nü görüyordu çünkü. İşte bu “semme vechullah” sırrını canlı Kuran olan o insanı-ı hakiki'nin yüzünden yansımasını görmek için gönül aynasında ikiliklerin silinmesi gerekiyordu. Tek zerre toz, kir, iz kalmadığında Hak apaçık, ayan beyan tecelli edecektir.



Yani her baktığım dost yüzü olacaktır. Sen ben / ben sen olunca arada ayna metaforuna gerek de kalmayacaktır. Ayna rolündeki mürşid-i hakikiden kendi nefsinde ve eşyada Resulullah sırrını çıkarıp Hakka hamdüsena kılmaktır marifet. İçerden “kim o” diye sorduğunda, kapıyı çalanın “senim” demesi gibi.



***


“Gönlünü pâkla gönül dâire-i Rahmân'dır / O gönüllerde ayân oldu Hudâ-yı a'zâm...”



Gönlünü temizle, gönül Cenab-ı Rahman'ın evidir. Yüceler yücesi Allah, Rahman'ın evi olan gönüllerde göründü.



Cemaatlerin toplu irşadı diye bir şey olmadığından, gönül içre bu kemalât yolu seyr ü süluk'da ancak mürşid-i hakiki'ye rabıtadan geçiyor.



Resulullah'ın nurundan kendi hakikatini çıkarmaya giden yol Muhammediliğin yolu. Sıfatlar ve fiiller tevhidinden Zat sırrının emanetçilerine. Tüm varlığın resul olduğunu ispat etmeye. Kendinden kendine.



Zât sırrının tecelligâhı olan gönül, aşkın mahremi. Puhu kuşunun hu'lamasından buluta karışan hilale, gecenin gözlerinden gündüzün aynasına. Arifin kalbidir o. Kemâli gibi âmâ bile olsa, kendine bakmayı bilen göz!


#Memleket
#Cemaatler
#Metafor
7 yıl önce
Kendine bakan göz!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle