|
Meydan, şehrin kalbidir

Bazen böyle olur. Üsküdar meydanında, hayatın en kalabalık, en karmaşık anında durup kalırım. Birden görmeye başlamışımdır. Önümde hızla yürümekte olan delikanlının burnunu çekişinden ayrılık acısı çarpmıştır bana. Ya da trafik lambasının altında Cuma'ya yetişmeye çalışan ihtiyar adamın bastonuyla ilişkisindeki hüzne bakakalmışımdır.



Böyle anlarda fark ederim ki şehrin kıpırtıları sakinlerinin hareketinde saklıdır. İçimizden çevremize kesilmeyen bir bağ, kopmayan bir ilişki vardır. Dışarısı nasılsa, içerisi de öyledir.



***


Üsküdar vapur iskelesinden İstanbul'un çeşitli semtlerine kalkmakta olan vapurlara, motorlara bakarken arkama yaslanırım. Çünkü her şey hareket halindeyken, olduğunuz yerde öylece durabilmek, külli harekete dahil ediyor insanı. Kalıp el sallayan asıl yolcudur, böyle durduğumda anlarım.



Adalar istikametine doğru kalkan bir vapurun ardında bıraktığı köpüklere bakar, Boğaz'ın sularından Marmara denizine doğru zıplayıp gitmekte olan yunuslara odaklanırım. Her şey hareket halindeyken sahilde bir banka çökmüşümdür, Üsküdar gibi bir merkezde bütün yolcuların buluştuğu bir durak olmuşumdur.



Siyasetin, gündemin analiz ve tanımlarla donatılmış genellemeci kaba dili hiç konuşulmaz gündelik hayatın sohbetlerinde. Bizi bölen, sıfatlara fiillere ayıran ne varsa silikleşir, susar, unutulur. Gündelik hayatta muhteşem bir iç içelik hakimdir maneviyatımızın anadiline. Üsküdar meydanı gibidir kalbimiz. Karmaşanın büyülü hali bize ayna tutar.



***


Şehrin meydanı, kalpten kalbe yolculuk etmek gibidir. Mezarlığından girdiğim şehirler artık azaldı, şimdi otoyoldan giriyorum şehirlere. Gişelerden, trafik içinde, sabrımı zorlayarak araçta. Yine de İstanbul'un Anadolu ve Avrupasını kendinde buluşturduğu ölçüde Doğuları Batıları, Kuzey ve Güneyleri oturduğum banka getiriyor hala Üsküdar gibi bir meydan.



Camilerin avluları, tekkeler, hazire, saklı mezar, mezar taşı duası, ağacın gölgesi, çıkmaz sokak, ıssız ahşap konağın kırık penceresinden bitiveren sarmaşık, insanın yüreğinde yankılanan bir sala... Oturduğum bankta ya da girdiğim cami avlusunda bir ağaç kovuğuna sığınır gibi güvende hissediyorum kendimi.



Bir şeye uzun uzun bakmak bitmeyen yolculuk. Bütünleşip onda eriyerek, yok olana dek... İç denizlerden, Boğazlara, okyanuslara. Damlada umman olana dek.



***


Arkamı yasladığım bankta, şehrin saklı ve aleni yanlarını geçip gitmekte olan yolcuların yüzüne yansıtmayı denerim çoğunlukla. Uzaktan dokunmaya çalışır, hissetmeye başlarım. Bu hepimize ait olan, içinden geçip gittiğimiz bir ruh iklimi. Bir doku. Koku. Yani somut bir şey. Sezgileri güvene çeviren.



Şehrin meydanlarında -ki artık birer birer özelliklerini yitirmekte her biri- bütün yolcuların ve yolların kesişip ayrıştığı bir vücutta gibiyizdir, gönül mahallindeyizdir daha ziyade. Merkez efendilerimizin nefesinde bir ürperti olur, dağılır, toplanır, yayılırız.



Gönül mahalli, güvenin merkezidir. Hissiyat ya da sezgi dediğimiz şeyin çok ötesidir burası. Sezgisel bilgide kuşku vardır. Ama bir şeyi yakinen bilmek, nefsinden geçirmektir, artık o olmak, onda yok olmaktır. Sorgusuzca güvenmek.



Hayatın hangi alanında sorgusuzca güvenerek yaşıyoruz, uzanın şehrin bir meydanında bir banka, bırakın işi gücü. Saatleri silin. Yüzeysel dikkat ve kaba bir bakışla idrak ettiğimizi sandığımız ne varsa, dökün sahilden denize. Sezgilerin itici gücü kendini vermekle yakin bilgiye dönüşmez. Onu dönüştürecek olan sevebilmektir...



Sevin şu şehri. Şu memleketi. Çınar ağacını, kargayı, martıyı. Şu karşı tepede selamladığınız, Doğancılar'a gidene dek karşınıza çıkan nice hak ereni, aşığı, veliyi.



Kendini hakkıyla bir şeye vermek uzun uzun bakmakla başlıyor evet. Her şeyin binbir yüzü var. Evin içinde yıllardır bir rafta tozlanan kullanışsız bir biblo, gözden uzağa düşmüş 'en ölü nesne' bile olsa bakışlarımızı bekliyor. Varoluşlarını tazelemek için, 'okunmayı' istiyorlar.



İşte Üsküdar meydanından baktığım şehir budur biraz da. Varoluşunu tazelemek için nice okunmayı bekleyen özelliği var şehrimin. Bütün karmaşasına, kentsel dönüşüm adında yapılan talan zulmüne rağmen. Saklı hayatını aleni hayatının tam merkezinde sürdüren, mahremini en görünür özelliğinde saklayan, kederini, melankolisini taşına, suyuna, insan yüzlerine aktaran, sevincini rengarenk duvar ilanlarına yansıtan şehrimi seviyorum.



***


Her şeyin vasatını, ortalamasını, en yaygın ve magazinel, en tüketime açık yanını standart kabul eden bir sisteme dahiliz. Her şeyin birbirine benzemesi zulüm. Adalet duygumuzu başından zedeliyor. Binaları, siteleri, bahçeleri, yolları, meydan ve bulvarları, kırları, vitrinleri, düşünceleri, sanatı ve tabii yaşam biçimleri birbirine benzedikçe hep aynı yüzünü gösteriyor bize hayat.



Üsküdar meydanı da hızla özelliğini yitirmeden, şehrin sırlı nefesine sahip çıkmalı seven yolcular. Şimdi şehrin meydanını, yaşadığı muhiti, her gün önünden geçtiği kırık çeşmeyi, köhnemiş binayı, altından geçtiği ıssız tepeyi seven biri olarak, kıymayın Üsküdar'ın meydanına diyorum yetkili müdüre, merciye, yöneticiye.



Denizden çalıp, meydana beton dökerek genişleteyim derken görünenin ardındaki görünmeyen asli şehrimizi karartmayın. Demek istiyorum. Muhafaza ettiğimiz sadece anılar değil, sırlı bir maneviyattır, ki o bize emanet demek istiyorum.



Meydan, şehrin gönlüdür. Ancak birbirimize bakabildikçe göreceğiz gönlümüzü. Tektipleşmenin ve vasatlığın zulmünden birbirimizdeki biricikliği gördükçe korunacağız. Şehrin meydanlarıdır sırlı sonsuzluklarımızda bizi asıl buluşturan.


#Üsküdar
#Şehirler
#Kentsel dönüşüm
7 yıl önce
Meydan, şehrin kalbidir
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî