|
Şehre hançer gibi saplanan bizzat nefsimiz!

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Süleymaniye Camisi'nde katıldığı “Medeniyetimizin Mimarı, Sinan'ı Anlamak” adlı programda “bundan sonra bu şehre hançer gibi saplanan hiçbir eser yapılmayacak” dedi. Sanırım Ak Partili olsun olmasın İstanbulluların pek çoğu için gecikmiş de olsa önemli bir sözdü bu. Görünüşte hepimiz usanmıştık silueti bozan kazulet gibi binaların hemen her yerde pıtrak gibi bitivermesinden. Hepimiz yeterli altyapı sağlanmadan yapılan gökdelenler yüzünden gitgide trafiğin felç olmasından şikayetçiydik. Ve yine hepimiz -özellikle Gezi sürecinden itibaren Ak Parti muhalifi olan kesimler- son derece duyarlı kesilmiştik çevreye.



Kimileri ise nefis muhasebesi yapmak yerine suçu hep dışarıda bulma kolaylığına sığındı her zamanki gibi. Sanki İstanbul'u seksenlerden beri çarpık yapılaşmaya teslim eden kendi oy verdikleri partilerin belediye başkanları değildi. Sanki her gelen ekip kendini ve yakınlarını zengin etme pahasına çevreyi talan etmemiş, şehrin en kıymetli nefes alanlarını ona buna peşkeş çekmemiş gibi.



Sanki on yıllarca gecekondulaşmaya oy karşılığında göz yumulmamış gibi. Hep birlikte kendi nefsimizin en iştahlı suretlerini şehrimize kendi ellerimizle dikmemişiz gibi... Her şeyin müsebbibi 13 yıllık iktidar partisi oluverdi çoktan.



Ne kadar kullanışlı bir günah keçisi. Herkesin suç işlediği bir şehirde çoktandır hiç suçlu kalmamıştı zaten. Neyse ki iktidar partisi rantçılığı teşvik etmeye devam etmiş, bütün birikmiş günahları kendine çekip toplayacak kadar güçlü bir paratoner olmaktan imtina etmemişti on küsur yıl boyunca.



***


Nitekim Başbakan bütün bunları bildiğinden; “Şimdi bir muhasebe vaktidir arkadaşlar, hepimiz için muhasebe vakti» dedi konuşmasında: «Eğer bir gemiyle İstanbul›a doğru yaklaşıyorsanız, bir tarafta Süleymaniye, diğer tarafta da Gökkafes denilen bir ucube yan yana durduğunda bizim nesil Mimar Sinan'dan hiç ders almamış diye insan üzülüyor, mahvoluyor. Tarihi Yarımada'ya şirk koşmak, o yarımadayı tahakküm eden ne eser varsa bu şehre ihanettir. Aynı şeyi Zeytinburnu kuleleri için de söylerim, diğer yapılar için de...”



Davutoğlu'nun ismen zikrettiği bu en namlı gökdelenler bile çoktan sıradanlaştı aslında. Kanıksandı. Misal; akşamüstleri Anadolu Hisarı'ndan Kandilli'ye doğru yürürken karşı tepeden yükselen gökdelenlere epeydir gözüm takılıyor. Tepelere değil bu yüksek binaların arasına batıyor bugünlerde güneş!.



Lakin bunların ismini pek kimse anmıyor, mevzu bahis etmiyor. Hatta şehrin pek çok yerine en az Başbakanın zikrettiği binalar kadar silueti bozan onlarca bina dikildi çok kısa bir sürede. Bunlardan şikâyet edildiğini ise henüz duymadım.



***


Kentsel dönüşüm için eski binalara çürük raporu verilerek yıkılması yüzünden alelacele dairesinden çıkmak zorunda bırakılan binlerce aile var sözgelimi. Fakat her ne oluyorsa, hayatını yenilenmek, bir gıdım daha konfor elde etmek ve biraz daha geniş (mesela bir otoparklık alana sahip olmak) için müteahhitlerin korkunç taleplerine evet demek durumunda kalıyor pek çoğu.



Tabii müteahhitlerin hukuk tanımayan ve sadece pazarlık üzerinden sürdürdükleri haksız taleplerine eyvallah demek karşılığında bir balkonluk ek yer kazanan nice şehirliler var. Gece gündüz rantçılıktan şikayet eden... Sonra da mesela yalısına bir ek kat daha çıkmaktan kendini alamayan... Bir metrekare daha arka taraftan yer kazanmak için komşusuna kazık atan...



“Komşular dairelerini çok daha yüksek fiyata kiraya vermek istiyor biz de mecburen razı olduk” diyerek bahçe içindeki evlerini yıktırmak zorunda kalan ağaçseverlerin serzenişleri de cabası!.



Nice şehirli! Yaşama kültüründen, temiz çevreden, yeşil doğadan dem vuran nice diğergâm, özverili, komşularının ve çevrenin hakkını gözeten İstanbullu!



***


Kimse kusura bakmasın ama bu alçakgönüllü ikiyüzlülüğümüze, bu ahlaklı rantçılığımıza ve bu doymak bilmeyen sahip olma hırsımıza çoktan teslim ettik şehrimizin ruhunu.



Davutoğlu dedi ki: “İstanbul'u korumaktan daha aziz bir görev olamaz bize ve hepimizin en asli görevi, bu şehri, emanet olarak devraldığımız bu şehri gelecek nesillere en iyi şekilde bırakmaktır. Mimar Sinan'dan ders almış olsaydık, o çok zikrettiğimiz Mimar Sinan'ın aşkını, sevdasını gerçekten yürekten hissetmiş olsaydık, bu aziz şehre, bu aziz şehrin doğasına, dokusuna, tarihine uymayan eserler yapıp şirk koşmazdık.”



Samimiyetle soruyorum. Kimler sahiden bu şehirde Mimar Sinan olmak için emek veriyor, bu müthiş eserlere hayatın içinde gereken kıymet veriyor bugün? Menfaatini insanlık için hayırlı bir iş yapmanın gerisine kaç kişi, kaç kurum atabiliyor?



Kitlelerin iştahını kabartıp siteler içinde konforlu bir yaşam alternatifine kavuşturmaya sevk etmek için oluşturulan onca yan sektör, reklamlar, tanıtım kampanyaları, yeni bir hayat tarzını pazarlamak için harcanan onca mesai, para, işgal edilen toprak, verimli arazi, yeşil alan... Derken...



Hepimiz bunca alma hıncı içindeyken fakirlere, mültecilere, yetimlere yardım edip vicdanımızı rahatlatınca azade mi oluyoruz kul hakkını, mahlukat hakkını çiğnemekten? Çevreyle ve aslında kainattaki her zerreyle helalleşmeden o hep kendimize maletmeye kalktığımız 'güzel ahlakı' tamamlamış mı oluyoruz?


#Kentsel dönüşüm
#mimar sinan
#Başbakan Ahmet Davutoğlu
#Süleymaniye Camisi
8 yıl önce
Şehre hançer gibi saplanan bizzat nefsimiz!
Bir Başka Mesele: Aşırı hayvan sevgisi ‘kaydırılmış merhamet’ projesidir
Sahibinin Sesi
BM değil, Mekke Sözleşmesi
Kızın adı Rachel
Bin 187 dokunuş ve 30 genç