Suriye'nin şimdiki diktatörü Beşar Esad'ın gaddarlıkta oğlunu aratmayan bir babası vardı.
1960'lı yıllarda darbeyle ele geçirdiği ülkeyi, 2000 yılında ölüp, cehennem yolculuğuna başlayana kadar o yönetti.
Baba Esad dönemiyle ilgili şöyle bir hikaye anlatılır:
Ülkede göstermelik seçimler yapıldıktan sonra etrafındaki dalkavuklar sevinç içinde koşarak müjdeli haberi ulaştırırlar.
Haberi duyunca sevineceği düşünülen diktatörün yüzü asılır.
Sonra hemen talimat verir.
Diktatörlerin hakim olduğu ülkelerde, seçim dönemlerindeki iklim böyledir.
Bizde de böyle şeyler oldu.
Mesela, darbeler sonrası hazırlanıp halk oylamasına sunulan anayasa değişikliklerini benzetsek benzetsek, bu tür ülkelerde yapılan halk oylamalarına benzetebiliriz.
Mesela, biraz sonra torunundan bahis açacağımız İsmet İnönü döneminde, 1946'da,
yöntemiyle yapılan seçimleri, Ortadoğu diktatörlerinin seçimlerine benzetebiliriz.
1960 darbesi yapıldıktan bir yıl sonra, Cemal Gürsel'in
diye tarifte bulunduğu anayasa oylaması ile, Ertuğrul Özkök'ün ikide bir sitayişle bahsettiği 1982 Anayasa seçimini de, günümüzün Mısır'ında yapılan oylamalardan başka bir şeye benzetemeyiz.
Aklı, fikri, zikri
iç sesiyle hareket eden çevrelerden, 16 Nisan akşamından itibaren şaşırtıcı olduğunu söyleyemeyeceğimiz tepkiler gelmeye başladı.
Kimisi hakaret etti, kimisi halkı kışkırtmaya dönük laflar kullandı.
İki örnek:
CHP'nin Trabzon milletvekili Haluk Pekşen, önceki gün CHP'nin televizyonuna çıkıp şöyle dedi:
AKP adil bir seçimle gitmeyecekse neyle gidecek?
Tencere-tava çalarak, meydanlarda, sokaklarda terör estirerek gidecek.
CHP milletvekilinin lafının çıktığı yer burası olmuyor mu?
Hüsnü Bozkurt'un tek günahı,
lafını halk oylaması yapılmadan önce söylemiş olması mı oluyor o zaman?
Bir de dede torpiliyle CHP milletvekilliği koltuğunu sağlama almış bir isim var.
Ankara milletvekili Gülsün Bilgehan.
Çok sık piyasaya çıkmıyor, içindeki hıncı, intikam duygularını tasarruflu kullanıyor.
Bu hanımefendi de önceki gün,
diyen bir paylaşımda bulundu.
Tabi, ülkenin öbür yarısı korkak ve namussuz oluyor bu durumda!
Halk diline “
sevimsizliğinde bir miras bırakarak şu dünyadan çekilip giden bir dedenin torunundan başka türlüsünü bekleyemezdik zaten.
Ha, kendisine bir tavsiyede bulanabiliriz.
Bu lafları etmeden önce gidip bir aynaya baksın bakalım, orada ne görecek.
1965-69 yılları arasında Türkiye İşçi Partisi'nden milletvekilliği yapan Çetin Altan bir gün meclis kürsüsüne çıkıp şöyle bir hakarette bulunur:
Haliyle TBMM'deki diğer milletvekilleri buna sert tepki gösterir, Altan'dan sözlerini düzeltmesini isterler.
Beyimiz, kürsüye yeniden çıkar,
diyerek güya lafını geri almış olur.
SERBEST SEÇİMLERDE GENELDE BÖYLE SONUÇLAR ÇIKAR
Avrupa ülkelerinde, ABD'de de seçimler, halk oylamaları yapılıyor.
Bu ülkelerin çoğunda seçimlere katılım yüzde 40/60 seviyesinin üstüne çıkmıyor.
Böyle bir durumda, seçimlerde bazen yüzde 35 oy alan bir parti, halkın sadece yüzde 15'inin oyunu aldığı halde ülkeyi yönetebiliyor.
Ya da halk oylaması yapılmışsa, yarıdan az fazlasına ulaşanın işaret ettiği süreç işletiliyor.
İki taze örnek verelim.
ABD'de Kasım ayında yapılan seçimlerde Trump toplamda Clinton'dan daha az oy aldı aslında.
Ancak seçim sistemi nedeniyle daha fazla sandalye elde ettiği için koltuğa oturmuş oldu.
İngiltere'de Haziran 2016'da Brexit oylaması yapıldı.
Halkın yüzde 52'si AB'den ayrılmaya karar verince, bu süreç işletildi.
Yüzde 48 bu işe karşı çıkıyor diye, böylesine kritik bir oylamanın sonuçlarını bekletmeyi kimse düşünmedi.
Nitekim şu yakın zaman içerisinde İngiltere'nin AB'den ayrılış süreci resmen başlatılmış oldu.
Adil, özgür seçimlerin yapıldığı ülkelerde, kıl payı sonuçların ortaya çıkması, bir partinin küçük farklarla ülke yönetimine gelmesi doğal karşılanır.
Görüş çeşitliliği sandığa özgürce yansıdığında bu, böyle olur.
Türkiye'nin bir farkı daha var.
Burada, son oylamada olduğu gibi sandık başına gitme oranı yüzde 85'leri bulduğu için, halkın temsil oranı, oralardaki oranların çok daha üstünde oluyor.