|
Başbuğ"un yerinde olmak...

Hani bazen sorulur ya;

“Kimin yerinde olmak isterdin?”

Zor bir soru.

Tercihlerden tercih beğen…

Bir de “kimin yerinde olmak istemezdin” sorusu var.

Cevabı çok kolay.

Seçeneksiz.

Tek şık.

Elbette Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ''un.

Hele bu dönemde ve bu şartlarda onun yerinde olmayı kim ister ki…

İlker Paşa o koltuğa oturduğuna pişman olmuş mudur acaba?

Ben istifası istenen başka bir Genelkurmay Başkanı hatırlamıyorum.

Bu kadar çok konuşmak zorunda kalan general de görmedim.

Üstelik konuştuğu konuların büyük bölümü siyasi…

Asker gündemden düşmüyor, sürekli fikir beyan ediyor, tavır alıyor, taraf oluyor...

Zor bir durum.

TSK''nın yakın dönem misyonu ve belirleyiciliği öylesine ağır bir yük ki, onu her durumda taşımak ve sürdürmek gibi bir duygu veriyor komutana.

O yüzden Başbuğ duygusal ve tepkili konuşuyor.

Savunmacılık refleks olarak öne çıkıyor.

Hiddetin bastırıldığı yerde hukuk ve demokrasi vurgusu var.

Paşa gerçekten de orduda darbecilerin, cuntacıların, kaos isteyenlerin olmadığına, olsalar bile barınamayacaklarına inandırmış olabilir kendisini.

Fakat toplumu inandırmakta güçlük çekiyor.

TSK''nın üzerinde örgütlü bir asimetrik harekat yürütüldüğüne inanıyor.

Başbuğ''u, AKP''yi yıpratma belgesinin TSK''yı yıpratma amaçlı olduğunu belirtiyor, mağduruz diyor.

Hukuk diyor…

Demokrasiye bağlılık diyor…

Askeri yargı bağımsız diyor…

Siviller soruşturamaz diyor…

Kendini teminat gösteriyor…

TSK''dan elinizi çekin diyor…

İyi de kimin eli TSK''nın içinde ve üzerinde ki!..

Komutan göre “kağıt parçası”, başbakana göre “belge” sarsıyor bizi…

Başbakan; “nereye varırsa varsın o planın kaynağına gideceğiz” diyor.

Bırakın hukuk işlesin.

Gerçeği bütün çıplaklığı ile görelim.

Askeri savcı, AKP ve Gülen''i bitirme planında imzası bulanan Albay Dursun Çiçek için “kovuşturmaya gerek yok” dedi, fakat sivil savcılar şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırdılar.

Öyle anlaşılıyor ki askeri savcılık, jandarma, emniyet ve adli tıp raporlarındaki tespitleri hiç dikkate almamış.

Belge medyada yayınlandıktan beş gün sonra evi aranmış.

İfade tutanağına farklı bir imza atması da savcının dikkatini çekmemiş.

Askeri savcı diyor ki;

“Soruşturmanın sonucunu etkilemeyeceği değerlendirilerek şüphelinin askerî savcılık huzurunda verdiği imzaların daha önceki muhtelif belgelerdeki imzalarıyla örtüşmemesinin ayrıca incelettirilmesine gerek görülmemiştir.”

Anlaşılan askeri savcı Albay Çiçek''ten hiç şüphelenmemiş.

İyi ki kağıt parçası…

Mermer üzerine kazınmış ya da tunçtan dökülmüş bir levha olsaydı kim bilir neler olurdu.

Peki vicdanlar rahat mı?

Toplum ikna oldu mu?

Endişeler bitti mi, akıl ikna yolunda mı?

Hayır…

Ne yazık ki hayır…

Bir devir kendini tasfiye ediyor.

Hukuk yeni bir devri başlatıyor.

Eskiden hukuka inancımız ve demokratlığımız zayıf, hatta çoğunlukla sahteydi. Şimdi ise darbeciler ve kaos peşinde koşanlar sahte.

Bir kağıt parçası kadar zayıf ve sahteler. O kadar sahteler ki adi bir kağıt parçası bile sarsmaya yetiyor onları.

Başbuğ''un yerinde olmak istemezdim.

Bu yaşta bu kadar sorunla yüzleşmek...

Üstelik yapmadığım ve içinde olmadığım şeylerden sorumlu tutulmak…

Değer mi?..

Asla…

Başbuğ imalı konuşuyor, ''her şeyi burada söyleyemem, gerekli yerlerde gündeme getiririz'' diyor.

Bir kağıt parçasının bizi getirdiği hale bakın…

Asker güçten anlar, güçten beslenir.

Asker ne yapsın, siz askere bu konumu verirseniz o da elindeki gücün gereği olarak hem derinleşir hem de yayılır. Çünkü gücün doğasında bu vardır.

Gücü bir başka güç dengeler.

Silahlı gücü dengeleyecek şey siyaset kurumudur, hukuktur, toplumsal duyarlılıktır.

Siyasetin bir kanadı güdümlü ve tahrikkarsa, hukuk yaralı ve anayasal reformlar tamamlanmamışsa, toplumda sık sık bilinç kayması yaşanıyorsa “güçler çatışması” sürüp gider.

Bir şekilde kurulmuş olan “askeri vesayet rejimi” zemin kaybetmek istemez ve fırsat buldukça kendisini yeniden hissettirmeye çalışır.

Kağıt parçası üzerinden süren tartışma bunun bir sonucudur.

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ''un yerinde olmak istemezdim dedim…

Paşa göreve geldiği günden beri rahat yüzü görmedi, bir ömre sığacak sorunları bir yıl içinde yaşadı…

Tartıştığımız kağıt parçası Taraf''ta yayınlanmıştı.

Taraf Başbuğ''un 26 Haziran Cuma günü 35 generalle yaptığı basın toplantısını “Geçti o günler cancağızım” diye verdi.

Başbuğ, “kağıt parçası” dedi, Ergenekon savcıları albayı ifadeye çağırdılar.

Başbuğ kurumsal savunma yaptı.

Savunma temel haktır…

Fakat her savunma ikna edici olamıyor.

Sık sık savunma yapmak zorunda kalanlar, “neden bu duruma düştüklerini” iyi analiz etmeliler ki savunmaları sonuç versin…

Orgeneral İlker Başbuğ; “Türk Silahlı Kuvvetleri''nde, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine aykırı düşüncelerde olanları barındırmayız” diyor ama biz hala tartışmaya devam ediyoruz.

Tartışacağız çünkü kuşkularımız sürüyor.

Militarizmin nerede duracağından emin değiliz.

Unutmayın, bir dönemin kudretli generali sisteme “balans ayarı” yapan Çevir Bir bile Ergenekon savcılarına ifade verdi.

Hukuk işlerse hepimiz rahat ederiz.

Bağımsız hukukun etkin olduğu yerde hem suçlular cezalarını görür, hem de suça meyiller azalır.

Bırakın hukuk işlesin…

Hepimiz için ortak zemin hukuktur…

Başbuğ''un konuşması farklı şekillerde algılandı, dengeli, hukuk ve demokrasiye saygılı diyenler de oldu, geri adım şeklinde görenler de.

Fakat ben en çok Ahmet Altan''ın yorumunu merak ettim. Çünkü bir anlamda olayın tarafıydı.

Bakın Altan ne diyor;

“Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ''un basın toplantısını izledim.

Önce eğlenceli bir ayrıntıya değineyim sonra da asıl konuya girelim.

Başbuğ ne hakkında konuştu?

Taraf Gazetesi''nde yayımlanan bir belge hakkında.

Peki, Başbuğ''un basın toplantısında Taraf Gazetesi var mıydı?

Hayır.

Niye?

Çünkü Taraf muhabirlerinin Genelkurmay''a girmesine izin vermiyorlar.

Bu bile tek başına ne tür bir ülkede yaşadığımızı göstermeye yetmez mi?

Komik bir ülke burası.

Genelkurmay Başkanlığı''nın, generallerin özel mülkü kabul edilen bir memleket.”

Yazı devam ediyor:

“Orgeneral Başbuğ''u epey sıkıntılı gördüm.

Konuşması da çelişkilerle doluydu.

Çelişkiden kurtulması da mümkün değil.”

Altan sorguluyor;

“Hukuku ve demokrasiyi reddederek ''hukuka ve demokrasiye'' saygılı görünmeye çalışmak kolay bir iş değil.

Bunun için tehdit, saptırma, yalan, bazı gerçekleri görmezden gelme gibi çeşitli yöntemlere başvurma zorunluluğu çıkıyor.

Türkiye''nin tartışma gündemine giren askerî yargıdan başlayalım.

Başbuğ, bunun birçok ülkede olduğunu söylüyor.

Orgeneral, askerî yargı sistemi Türkiye''deki gibi çalışan bir tek ülke göstersin.

Gösteremez.

Öyle bir ülke yok çünkü.

Başka ülkelerdeki askerî mahkemeler sadece ''askerî disiplin suçlarına'' bakıyor, sivil yargıyı ilgilendiren konulara asla karışmıyor.

Hadi ''Başbuğ yalan söylüyor,'' demeyelim de ''bu konuları bilmiyor, bilmediği konularda konuşuyor'' diyelim.”

Başbuğ''un “Askerî yargı bağımsızdır” sözüne tek kelimeyle; ''Şemdinli'' diyerek yanıt veriyor.

''Orduya karşı asimetrik bir psikolojik savaş yürütüldüğü'' tezine ise;

“Şimdi kendi halkına karşı psikolojik savaş belgeleri ve andıçlar hazırlayıp yakalanan bir ordunun, ''psikolojik savaştan'' söz etmesini biraz izansız buluyorum doğrusu.

Daha önce yayımlamıştık, çıkartır o andıçları bir daha yayımlarız.

Psikolojik savaş yürütülüyor ama bu savaşı ordu kendi halkına karşı yürütüyor.”

Başbuğ''un Taraf''ın yayınladığı belgeye ''kağıt parçası'' demesine de cevap veriyor;

“Belgenin ''aslı'' hükümet ve sivil yargı tarafından aranırken böyle ''kesin hüküm'' vermek ne anlama geliyor?

Ya aslı bulunursa bir yerde, Başbuğ o zaman ne yapacak?”

Ahmet Altan''a göre konuşmanın en korkunç yanı; “Genelkurmay Başkanı''nın sivil savcılara talimat vermeye kalkmasıydı.”

“Savcıların, ''belgenin gerçek olup olmadığını araştırmalarını'' istemiyormuş.

Ne istiyormuş?

Bu belgenin sahte olduğunu kabul etmelerini.

İşte buna ''haddini aşmak'' denir.”

Altan burada bilindik meydan okumasını yapıyor;

“Sivil savcılar orgeneralin emireri değil, onların neyi arayıp neyi aramayacağını generaller söyleyemez, öyle aynı cümleyi iki kere tekrarlayarak onları korkutmaya da kalkamaz.

Ordu, ''o günlerin geçtiğini'' bir türlü kabul edemiyor...

Ama o günler geçti.”

Ahmet Altan''ın yazısının son satırları şöyle;

“Benim anladığım kadarıyla, bizim yayımladığımız belgeyle ordu içinde bir cunta ortaya çıktı.

Genelkurmay bu gerçeği örtmeye çalışıyor.

Ama hükümet ve Ergenekon savcıları o cuntayı yakalamaya kararlı.

Benim Başbuğ''a dostane önerim, orduyu gerçekten ''demokrasiye ve hukuka'' saygılı hale getirmesi.

Aksi halde daha çok kıvranır.

Kimsenin Genelkurmay Başkanı''ndan korkmaya niyeti yok çünkü.”

Unutmadan yazının başlığını hatırlatayım;

Kıvranmak…

15 yıl önce
Başbuğ"un yerinde olmak...
Islak zemin
Var tartışmaları
Fikir öfkesi
‘Algı operasyonu’ lafından usananlara!
“Almanlar et başında”