|
Müderris rasih efendi

Müderris Rasih Efendi, torunu Hasan Şakir'i kendi elleriyle şubeye teslim etmişti. Oğlu Domeke'de şehit olmuş, şimdi sıra torununa gelmişti. Aslında gönüllü gitmesini istememişti, çünkü elde avuçta bir tek o kalmıştı. Ama ona nasıl gitme derdi; torununa gitme deseydi öğrencilerine 'gidin vatanın imdadına yetişin' diyebilir miydi? Öğrencilerin ondan farkı neydi? Onlar da ana baba kuzuları değil miydi?



Hasan Şakir'in şehit düştüğünü haber alınca sanki yıldırımla çarpılmış gibi oldu; bu çarpılma bir anlık değildi, ebedi aleme göçünceye kadar kurtulamayacağını biliyordu. Hasan Şakir'in asker arkadaşlarıyla çektirdiği, konsolun üzerindeki resimlere uzun uzun bakıyor, yüz kırışıklıklarından yaşlar süzülüyordu. Karşıki duvarda oğlunun pala bıyıklı, askeri üniformalı resmi asılıydı. Karısının ve gelininin başörtülü resimleri de sağ duvarda yan yana duruyordu. Ölülerle beraber yaşıyor, evden dışarıya çıkınca da kendini gurbette hissediyordu.



Kalabalıklar arasında kendini yapayalnız hisseden Rasih Efendi bastonuna dayanarak yürürken bir yandan da düşünüyordu; ne acılı günler yaşamıştı. Mutlulukları hep kısa sürmüştü. Babasını hatırlamıyordu, 16 yaşındayken annesi ölmüş, karlı bir günde onu defnetmişlerdi. Hanımı ve gelini kısa aralıklarla ahirete göç etmişlerdi.



Müderris Rasih Efendi akşam sessizliğinin hakim olduğu caddelerde hayallere dalıp çıkıyor, ağır ağır yürüyordu. Pencerelerinden ışıklar sızan evler gamlı bir hüzne gömülmüşlerdi; kimisinden yaslı fısıltılar, göğüs çekmeler, bin yıllık ağıt kadar etkileyici kelimeler geliyor; Rasih Efendi'nin bastonu kaldırım taşlarında tıkırdıyordu.



Mahalle bakkalından soluk bir ışık sokağa vuruyordu. Rasih Efendi ekmek almak için dükkana girdiğinde, elinde ufak bir teneke bulunan çocuk, bakkal Mekki Efendiye derdini anlatmaya çalışıyor her halinden de sıkıldığı anlaşılıyordu;



-Annem, Mekki Efendi amca bu tenekeye un koysun, dedi. Çanakkale'den dönünce babamın vereceğini söyledi.



Mekki Efendi düşünceli düşünceli çocuğa bakıyordu. Anneleri babalarının şehit olduğunu çocuklarından gizlemişti. Şehit olmasa bile nasıl ödeyecekti? Merhameti onu iflasın eşiğine getirmişti, vermezse bu çocuklar ne yiyecekti? Müderris Rasih Efendi, bakkal Mekki Efendi'nin düşüncesini okurken yüreği dilim dilim doğranıyordu. Söze karıştı;



-Tenekeyi doldur ver Mekki Efendi.



Mekki Efendi tenekeyi doldurdu; Müderris Rasih Efendi çocuğa döndü;



-Evladım kaldır bakayım.



Çocuk sıska görünüyordu ama tenekeyi rahatça kaldırdı.



-Bu afacan kuvvetliymiş dedi. Şekerin var mı?



-Biraz geldi Efendim.



-İki kilo bulgur, yarım kilo da şeker tartar mısın?



Mekki Efendi'nin tarttıklarını Rasih Efendi onun üzerine koydu, parayı çıkarıp çocuğun cebine soktu;



-Bunları annene verirsin. Baban gelince ödeyecek oğlum. Annene selam söyle, ne lazımsa seni gönderip Mekki Efendi amcadan aldırsın.



Çocuk tenekeyi kaptığı gibi dükkandan çıktı. Kısa bir süre arkasından bakan Müderris Rasih Efendi başını Mekki Efendi'ye çevirdi;



-Bir ekmek de ben rica edeyim. Bu çocuk ne isterse verin, parasını benden alın.



Çanakkale Savaşı'nın son günleriydi; Müderris Rasih Efendi evden çıktı. Lapa lapa kar yağıyordu; bastonuna dayanarak zorla yürüyordu. Bakkal Mekki Efendi'ye biriken borçlarını ödemek için uğradı. Mekki Efendi defteri açıp rakamları toplarken Rasih Efendi'nin kulaklarında çocuğun; 'Mekki Efendi amca, annem bu tenekeye un koysun dedi' sözleri bin yıllık ağıt gibi havada sallanıyor, utangaçlığı da gözlerinin önünde duruyordu. Hesabı ödeyip dükkandan çıktı, eve dönmek istemiyordu. Kendisini içgüdüsüne bırakıp yürüyordu. Koltuğuna gazeteleri sıkıştırmış, soğuktan morarmış bir çocuğun bağırışı onu kendine getirdi;



-Yazıyor! Çanakkale Zaferini yazıyor!



Bir gazete aldı, manşette 'Zafer bizim' deniyordu. Tıp fakültesine geldi; koridorlar bomboştu. Issız bir dünyaya girmiş gibiydi. Savaşın ilk aylarında ders verdiği sınıfın kapısını açtı, içeriye girdi, kimse yoktu kürsüye oturdu. Bakışlarını sıralarda gezdirdi; bu sıraları dolduran gencecik çocukları hayatta neler bekliyordu… Heyecanını tutamayıp, ayağa kalkıp konuşunca sınıf boşalmaya başlamıştı. Yusuf'u, Bülent'i, Sabri'yi görür gibi oldu. Boş sıralarda yaşlı gözlerini gezdiriyor, o gencecik yüzleri hatırlamaya çalışıyordu.



Koridordan topuk sesleri geliyordu. Boş sınıfta kürsüye oturmuş ağlıyor olduğunu görenler ne demezdi. Ağır ağır camın önüne yürüdü, gözlerini kuruladı. Çanakkale'de zafer kazanılmıştı, ama memleketin durumu ne olacaktı. İşte bütün mesele burada düğümleniyordu. Memleketin hayırlı evlatlarının işbaşına gelmesi duasıyla sınıfın kapısını çekti.


#Müderris Rasih Efendi
#Hasan Şakir
#Çanakkale Zaferini
8 yıl önce
Müderris rasih efendi
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle