|
Kim ne derse desin, biz Hoca’yı çok sevdik

Görmek gerekir; kullanılan malzemeler ne olursa olsun, her yemek içinde 'emek' vardır mutlaka.



Binmek içinde 'inmek'.



Savcı ise aynı zamanda 'avcı'.



Bunlar, sıradan kelimeler işte.



*


Yemekteki emeği gören, saygı duyar.



Savcı, iyi av yaparsa, dosyası sağlam olur.



İnmek için de binmek gerek, malûm.



Binmeden inilmez.



Binen de orada devamlı kalmaz.



Uçak, tren, otobüs, vapur fark etmez.



Bunlarsa alelade tespitler…



Bir yandan da hayatın gerçeği tabii ki.



Başka bir gerçekse, her şeyin bir sonu olduğu.



Gelip de gitmeyen var mı?



*


Yine de 20 ay, uzun bir süre sayılmaz.



Bu kısa zaman içinde pek çok büyük işe imza atıldı.



Seçim vaadi olarak söylenen ne varsa, dört yıla yaymak tercih edilmedi, üç-dört ay içinde gerçekleştirildi.



Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun önemle vurguladığı bir husustu bu.



“Ve benim acelem var” diyen şairin o güzel şiiri, bizatihi yaşanıyor gibi davranıldı.



*


Bir diğer konu, bünye içinde herhangi bir çatlağa meydan vermemekti.



Kırgınlık, küskünlük yaşanmadan.



Kardeşliğe vurgu yaparak.



Hem son 20 ay boyunca, hem de bundan sonrası için.



Sebep çok net…



Şahıslar gelir geçer, dava yürür.



*


Bir kriz çıkmamasını hayra yormayanlar için yapacak bir şey yok.



Beklentiler boşuna.



Elden bir şey gelmez.



Allah selamet versin, akıl fikir versin.



*


Evvelce olduğu gibi, Cumhurbaşkanı geniş toplantı sırasında, başbakana doğru bir anayasa kitapçığı fırlatsaydı…



Başbakan çıkıp ağlamaklı bir ses tonuyla onu halka şikâyet etseydi…



Kriz başlasaydı…



Başbakanlık binası önünde başbakan, bakanlarla beraber titrek adımlarla yürürken, “Sayın başbakanım, al… Ben bir esnafım” diyen bir vatandaş, elindeki yazarkasayı fırlatsaydı…



Bakanlar basın toplantısı yaparken, suratına doğru ayakkabısını fırlatsaydı…



Fırlatma cumhuriyetine dönseydik…



Kameralar o anların hepsini “saniye saniye” kaydetseydi…



O anlamlı görüntüler, günlerce aylarca ekranlarda gösterilseydi…



Bir gecede döviz fırlasa, borsa çökseydi…



Maaşlar reel anlamda yarıya inseydi.



İşçi ağlasa, memur sızlasa, emekli yansa, çiftçi feryat etse bile kimse umursamasaydı…



IMF heyeti güle oynaya gelip önümüze planlar, programlar yığsaydı…



Yatırımlar dursaydı…



Kaldırımlar bozulsaydı…



Yürüyenler otursaydı…



Oturanlar yatsaydı…



İşte o zaman, bu ülkeyi tam anlamıyla bir cennet sayacaklardı bu dangozlar.



*


Bilmeyen varsa öğrensin, unutan varsa hatırlasın.



Bütün bu saydıklarımız, fazlasıyla yaşandı bu ülkede.



Bir gecede bankalar boşaltıldı.



Hem de çuvallarla.



Güvenlik kameraları para çuvallarını taşıyanları da kaydetti ne garip.



Daha garibi ise o banka soyanların hesabının tam anlamıyla görülmemesiydi.



*


Evet, o nazik kelimeyi bir daha kullanalım ve dangozların beklentilerinin boşa çıktığını vurgulayalım.



Tereyağından kıl çeker gibi işler yürürken, hayal kırıklığı yaşanması normal.



Başbakan Davutoğlu'nun veda konuşması elbette son derece nezih, derinlikli, samimi ve olumluydu.



Kim ne derse desin, biz Hoca'yı çok sevdik.



Kader bizden ayırmasın…


#Ahmet Davutoğlu
#Ak Parti
8 yıl önce
Kim ne derse desin, biz Hoca’yı çok sevdik
Kara dinlilerle milletin savaşı
‘Kahramanımız’ doktorlar şimdi bizi neden tehdit ediyor?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar